Ülke olarak bilhassa son zamanlarda hep siyasi krizlerle ve onun yanında da doğal olarak ekonomik krizlerle meşgulüz ama bunlar bütüncül bir problemin su üstünde görebildiğimiz kısmı. Siyasi ve ekonomik krizlerin toplum hayatında açtığı yaraları ise şimdilerde yeni yeni görmeye başladık. Gördük ki derin sularda çok daha büyük bir toplumsal kriz yaşanıyor.
Gençler arasında hızla büyüyen güvensizlik algısı ve ümitsizlik duygusu paralelinde yasa dışılığın yükselişi, şiddetin artışı, çeteleşmenin yayılışı, cinsel saldırıların çoğalışı vs. aslında çok vahim birer semptom gibi görünüyor.
Hırsızlıkların, yolsuzlukların, borsa ve bahis vurgunlarının, sanal kumarın -yani özetle kısa yoldan para kazanma hırsının- zirve yaptığı bir dönem yaşanıyor.
Tam manasıyla "Ahlaki çöküş" bu yaşadığımız olayın adı. Benzer bir süreci siyasi ve ekonomik krizlerin anaforundaki 90'lı yıllar Türkiye'si de tecrübe etmişti. Ancak bu defaki çok daha ağır, çünkü 90'ların enkazını kaldırma vaadiyle iş başına gelen kadrolar yolun bir yerinden sonra kendi çabalarını ve kazanımlarını da enkaza çevirdiler. Nedenleri, niçinleri ayrı konu…
90'larda yargı organları üzerinde ideolojik vesayetin gölgesi vardı ama yargının tümden yürütme kontrolü altına girmesi bugüne nasip oldu. Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan alt derece mahkemeleri bu dönemde gördük. Kuvvetler ayrılığına bu dönemde son verildi.
Mesele yalnızca yargı düzeniyle ilgili değil tabii… Bilhassa son on yıl içinde kurumların tamamı etkisizleşti. Buralarda görev yapacak yöneticiler ehliyet, liyakat, tecrübe, donanım kriterleriyle değil sadakat derecelerine göre belirlenir olunca ne verimlilik kaldı ne de kapsayıcılık.
Buralardaki problemler kurumsal tecrübe birikiminin çöpe atılması, inisiyatif kullanımından geri durulması ve devlet aygıtının sorumlu olunan kısmının çalışmaz hale getirilmesi sonucunda çözülmesi zor birer düğüme dönüştü.
Kurumlar bir siyasi merkeze bağlandıktan sonra daha iyi bir yönetimin gerçekleştirilmesi bekleniyordu aslında ama tam aksine kurumlar yönetilemez hale geldi.
Sivil bürokrasinin siyasallaşması o raddeye vardı ki yönetim makinası çalışmayı durdurdu. Bu arada, mesela, toplumsal değerlerin aşınmasına karşı tedbir almanın devlet kurumlarının görevi olduğu unutuldu. Bugünlerde bir TV yayınında devlet büyüklerimiz aleyhine söz söylenmişse o kanal en ağır şekilde cezalandırılıyor, hatta tamamen bile kapatılabiliyor… Yabancı filmlerdeki içki veya sigara görüntüleri buzlanıp gençlerimiz bu kötülüklerden uzak tutuluyor…
Gelgelelim şiddeti özendiren, maço kültürünü öven, mafyatik dünyayı yücelten, çeteciliğin adeta reklamını yapan TV dizileri görmezden geliniyor. Tabiri caizse köpeklerin salınıp taşların bağlandığı bir sistem işliyor.
15 yaşındaki çocuklar siyasi içerikli tweetler attığı için sabaha karşı evleri basılıp göz altına alınabiliyor ama aynı çocukların şiddete, çeteciliğe, uyuşturucuya karşı korunması amacıyla ne yapılması gerektiği bilinmiyor, belki de hiç düşünülmüyor. Çünkü herkes yukarıdan talimat bekliyor herhangi bir iş yapmak için.
Oysa gelinen noktada aile yapısındaki bozulma, ekonomik eşitsizlikler, kolay para kazanma örnekleri, statü hevesi, eğitim sistemindeki yetersizlikler, dizilerdeki özendirmeler ve bir de tabii aidiyet arayışları gençleri sokak çetelerine, uyuşturucuya, şiddete, yani her türlü suça yöneltiyor.

3