Mezhepçilik ateşine benzin değil su dökülmeli
Geçen akşam, tv'de zap yaparken rastladım, TRT-2'de "Belfast" filmi vardı. Kendisi de Belfastlı olan muhteşem oyuncu Kenneth Branagh'ın yazıp yönettiği film benim son dönemde izlediğim en iyi beyaz perde yapımlarından biri. 1960'ların İrlanda'sında Protestanlar ile Katolikler arasında yaşanan mezhep çatışmasının sıradan insanların hayatı üzerindeki korkunç etkilerini küçük bir çocuğun gözünden anlatıyor film.
Filmin konusu gerçekten yaşanmış olaylara dayanıyor. Branagh'ın da çocukluğunun geçtiği zamanlarda ve mekanlarda geçiyor olaylar. İrlanda'nın güneyinde nüfus bakımından azınlık durumundaki Protestanlara karşı Katoliklerce yapılanların öfkesiyle Belfast'ta azınlık halde bulunan Katoliklere yöneltilen Protestan şiddeti
Daima her birinin kendince bir bahanesi vardır bu tür kitlesel şiddet olaylarının zaten Dahası, bunlar gerçekte var olmayan karşıtlıkların yapay biçimde üretilmesiyle gerçekleşen hadiseler değil. Toplumsal kesimler arasındaki kültürel farklılıklar veya dini ayrışmalar karşılıklı güven eksikliği doğuracak hale gelince ortaya fiili çatışmalar çıkabiliyor. Bu son aşama ise genellikle her iki tarafın dışında bir üçüncü dinamiğin devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu üçüncü dinamik yanlış yönetim olabilir, sorunların görmezden gelinmesi olabilir, hatta siyasi amaçla veya başka bir saikle dışarıdan kışkırtılmasıyla da olabilir.
Demek ki toplumda mevcut olan belirli ayrışma hususlarının ve bunlara bağlı gerilimlerin birtakım başka hesaplara alet edilmesini önleyebilmek lazım. Birilerinin gelip sizin içinizdeki yaraları kaşımasına, sizin su dökmekte geciktiğiniz ateşe benzin dökmelerine mahal vermemek lazım.
Din savaşları, mezhep çatışmaları orta çağ boyunca Avrupa kıtasında milyonlarca insanın hayatına mal olan felaketler. İslam dünyasında ise -Avrupa'ya nispetle daha az kanlı olmakla beraber- Sünni-Şii ayrışması her zaman gerilim üreten bir alan oldu.
Ancak mezhep kimliğiyle veya mezhep adına girişilen kavgaların arka planında daima kişisel ve politik çıkar hesapları olduğu unutulmamalı. Açıktaki yarayı kaşıyarak insanları kışkırtmanın, birbirine düşürmenin maalesef çok kolay olduğu da hatırda tutulmalı. İnsanların kimlik ve inanç hassasiyetlerinin en kolay manipüle edilebilecek değerler olduğu daima akılda tutulmalı.
Şu da var ki sıradan insanların inanç hassasiyetleri istismar edilerek veya "öteki"nden duyduğu korku harekete geçirilerek başlatılan çatışmaların kazananı asla şu veya bu mezhebin mensupları olmaz. Birbirine düşürülen grupların her ikisi de kaybeden tarafı teşkil ederler beraberce.
Bu ülkenin yakın geçmişinde büyük ölçüde uzak geçmişinden kaynaklanan ama modern dönemdeki siyasi kutuplaşma ortamının beslediği çok üzücü olaylar var. Maraş, Sivas gibi şehirlerimizde
Bütün bunlara rağmen, son zamanlarda ülkedeki mezhep ayrılığı olgusunu yeniden bir toplumsal yarılma ve çatışma zeminine dönüştürme riski taşıyan tavır ve davranışlar bir kere daha gündeme geldi.
AK Parti lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın -nereye gideceğinin farkında olmadan sarf ettiğini düşünmek istediğim- sözleri bu yüzden haklı bir endişeye yol açtı. CHP lideri Özel'in "Sakın bir daha bunu dile getirme" şeklindeki uyarısı bu bakımdan çok haklı ve doğru bir çıkıştı. Erdoğan bu hususta Özel'e cevap vermediğine ve Suriye'deki Esad rejimiyle Türkiye'deki Alevi kimliğini aynı potaya koyarmış gibi algılanan ifadelerini sonraki günlerde tekrarlamadığına göre bu hatanın farkına varıldığını ümit edelim.