Demokrasi çağı kapanıyor mu

CUMARTESİ YAZILARI

Demokrasiyi biz Batı tarzı modernleşme hareketleri çerçevesinde tanıdığımız için bu yönetim modeli bize "yeni bir icat" gibi görünüyor. Oysa en eski yönetim biçimlerinden biri. Geçmiş asırlarda, sanılanın aksine yalnızca Yunan şehir devletlerinde değil, benzer sosyolojik özelliklere sahip başka yerlerde de demokrasi vardı. Demokrasinin tarihî gelişimi anlatılırken Atina'dan başlanır genellikle ama "Yunan mucizesi"nin doğumundan asırlar önce Suriye'de ve Mezopotamya'da önemli kararların belirli danışma meclislerinde alındığı biliniyor.

Bunlar için kabile demokrasileri, ilkel demokrasiler gibi adlandırmalar kullanılması pek doğru olmasa gerek. Atina demokrasisi ile söz gelimi Babil demokrasisi arasında halkın yönetimde söz sahibi olması anlamında nasıl bir "gelişmişlik farkı" olduğu meçhul çünkü!

(Elbette doğuda da batıda da bütün şehir demokrasileri "çoğunluğun yönetimi" şeklindeydi. Kadınların ve kölelerin oy hakkı olması zaten düşünülmüyordu. Daimî meclislere de ihtiyaç yoktu. Bugünkü modern demokrasiler ise modern ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte belirli anayasal prensiplerle kayıtlı olarak şekillendi.)

Mamafih demokrasinin sistematik eleştirisini ilk defa yapanlar, bildiğimiz kadarıyla, Yunanlardı. Platon'a ve Aristoteles'e göre en erdemli rejim aristokrasidir. Yani neyin ne olduğunu bilen eğitimli seçkinlerin -hatta mümkünse filozofların- yönetimi. Seçkinlerin yönetimindeki devletin başında soylu bir monarkın bulunması da tercih sebebidir.

Aristoteles kral ile tiran (diktatör) arasındaki farkı şöyle anlatır: "Kral bir koruyucu olmayı amaçlar haksız kayıplara karşı mülkiyet sahiplerinin, baskıya karşı halkın koruyucusu. Fakat bir tiran, çoğu kereler söylendiği gibi, kamunun ne istediğine bakmaz, meğerki kendi kişisel çıkarına denk düşsün. Tiranın amacı kendi zevkidir, kralın amacı ödevidir. Onun için, iştiha ve tutkuları bile farklıdır: Tiran para toplar, kral şeref. Kralın muhafızları yurttaşlardan oluşur, tiranınkiler yabancı paralı askerlerden." ("Politika", çev. Mete Tunçay, 1975, sh. 164)

Bu arada, eski Yunan filozoflarının demokrasi derken kastettikleri rejim bizim bugün anladığımızdan daha farklıdır. Zira "halk" diye tercüme ettiğimiz "demos" kavramı aslında toplumdaki güç ve servet sahiplerinin dışında kalan yoksul ahaliyi ifade ediyordu. Bu yüzden Aristo "Egemen erk mülkiyet sahiplerinin ellerinde bulununca oligarşi olur; birikmiş bir serveti bulunmayanların, varlıksızların ellerinde olunca da demokrasi" demektedir. (sh. 81-82)

Demokrasi oligarşiden ve tiranlıktan iyidir ama yasal bir monarşiden daha iyi değildir Yunan filozoflarına göre. Ne var ki monarşiler de zamanla yozlaşır.

Aristokratik bir monarşinin yozlaşması sonucunda iktidar çıkar peşindeki bir azınlığın eline geçer genellikle, diye anlatır "Devlet"inde Platon. Kendi servetlerini arttırmaktan başka dertleri olmayan bu oligarkları en sonunda ezilen halk iktidardan indirip demokrasiyi tesis eder. Ne var ki "özgürlüğün de fazlası zararlı olduğundan" demokratik yönetimlerde eğitimsiz halk yasaların hakimiyetini tanımadan hareket eder ve kaos oluşur. İşleri yürütecek donanıma sahip liyakatli insanlar ortada olmadığından krizler yaşanır ve nihayet bir demagog halkı güzel sözlerle kandırarak yönetimi ele geçirir. Böylece tiranlık rejimi ortaya çıkar. Ancak tiranlık da doğası gereği uzun ömürlü olmayacak ve "döngü" yeni baştan başlayacaktır.

(Önceki haftalardaki bir "Cumartesi Yazısı"nda Polybios'un, İbn Haldun'un ve Vico'nun döngüsel tarih anlayışı çerçevesinde geliştirdikleri "siyasi rejimlerin dönüşümü" şemalarından söz etmiştik başka vesileyle. Bu tür şemaların ilk örneği Platon'un modeli olsa gerek.)

Aslına bakarsanız sağlığını koruyarak çürümeden devam eden bir siyasi rejim modeli bulmak pek mümkün değil. İtalyan sosyolog Robert Michels tarafından kavramlaştırılan "oligarşinin tunç yasası" kuramına göre tüm örgütlü yapılar dar bir grubun iktidar gücünü ele geçirmesine zemin hazırlayacak bir donanımdadır. Bürokrasiye duyulan ihtiyaç bunu kaçınılmaz kılar. Yönetimle ilgili birtakım görevleri üstlenen kişiler veya gruplar ister istemez ellerindeki yetkiyi kendi güçlerini arttırmak yolunda kullanmaya yönelirler. Dolayısıyla dışarıdan demokratik gibi görünen yönetimlerde bile oligarşik bir taraf vardır.

Demek ki Platon'un veya Aristoteles'in kendi zamanlarındaki demokratik yönetimlerin sakıncalarına dair tespitleri bugün için de geçerli olmak durumunda. Dünyanın birçok yerinde demokratik rejimlerin popülist otokrasilere dönüşebilmesi bunu gösteriyor. Peki, bu durumda ümidimizi kesmeli miyiz demokrasinin geleceğinden

Yaklaşık beş yıl önce "Demokrasiden ümit kesilmez" diye yazmış, ünlü siyaset bilimci Huntington'ın "Üçüncü Dalga" kitabında ortaya koyduğu bir modelden söz etmiştim.

Portekiz'de demokratik düzenin yeniden kuruluşunun hikayesiyle başlar Huntington'ın kitabı. Aynı sıralarda askeri diktatörlüklerle yönetilmekte olan İspanya, Brezilya ve Yunanistan'da da "ılımlı rejimler" iktidara gelmiştir. "Bunu izleyen onbeş yıl içinde bu demokrasi dalgası, küresel kapsama ulaştı" diyor Huntington, "Yaklaşık otuz ülke, otoritarizmden demokrasiye geçti; en az yirmi diğer ülke de demokrasi dalgasından etkilendi."