"Paranın hükmettiği yerde, bayrak rüzgâr bulmakta zorlanır."
FIFA'nın milli takımlara dağıttığı 2.5 milyon Euro'luk ödülü, Türkiye Futbol Federasyonu futbolculara prim olarak paylaştırmış, futbolcular da primin bir kısmının personele verilmesini istemişti.
Bu jesti yerinde bulan TFF, primin 250 Euroluk kısmını Milli Takımın emekçileri arasında paylaştırmıştı.
Neden bu konuya değindim
Şöyle;
FUTBOLUN DERDİ PRİM DEĞİL, NEFES ALAMAMAK
TFF'nin Türk futbolunda çözmesi gereken onlarca konu var.
Hepsini sıralayacak değilim.
Başta amatör ligler olmak üzere kulüplerin birçoğu maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Daha geçtiğimiz hafta 2. Lig Beyaz Grup ekiplerinden Adana 01 Futbol Kulübü yöneticilerinden özetle şu açıklama geldi:
Artık nefesimiz tükendi. Gerekli desteği bulamazsak, ligden çekilmek zorunda kalacağız.
Benzer durumda olan onlarca takım var.
18 yaş altı çocuklarımızın mücadele ettiği liglerde ambulans krizinin yaşandığı sayısız örnek var.
Ödenmeyen faturalar nedeniyle suyu, elektriği kesilen, malzeme sorunuyla boğuşan, deplasmana gidecek parayı bulamayan kulüpler can çekişiyor.
ALT LİGLERE CAN SUYU GEREK
2.5 milyon Euro, bugünkü kurla yaklaşık 122 milyon TL'ye tekabül ediyor.
TFF, maddi sıkıntılarla boğuşan kulüplere fazla değil birer milyon TL'lik yardımda bulunsa 122 kulüp biraz olsun nefes alır.
Ama TFF ne yapıyor.
Paraya ihtiyacı olmayan bırakın ihtiyacı olmalarını, para içinde yüzen 'Bizim ocuklara', keyfi para dağıtıyor.
Bu konuda Milli Futbolcuların zerre günahı yok.
TFF'NİN MALI DENİZ Mİ
Kamu ihalelerinde adı sık sık gündeme gelen TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu'nun, bu primleri cebinden ödemesi kimseyi rahatsız etmezdi elbette.
Ancak, Türk futbolunun bunca derdi varken sınırlı kaynakların keyfi uygulamalarla çarçur edilmesi can sıkıyor.
AY YILDIZLI FORMAYI GİYMENİN GURURU
Bir sporcunun kariyerindeki en yüksek unvan, Milli Takım sporcusu olma unvanıdır.
Zira o şerefli forma, sadece bir kumaş parçası değil; geçmişin, kültürün, halkın umudu ve onurudur.
Tribünlerde dalgalanan bayrak, marşın ilk notasında kalbinde duyduğu heyecan, sahada dökülen alın teri...
Bunlar parayla ölçülmez, ödülle tartılmaz.
Bir futbolcu için Wembley'de, bir voleybolcu için Tokyo'da, bir güreşçi için Paris minderi üzerinde ülkesini temsil etmek, her türlü bireysel başarının üstündedir. ünkü o anda artık "ben" yoktur; "biz" vardır.
Bir milli sporcu, her ter damlasıyla ülkesinin itibarına katkı yapar.
Sahada, pistte, minderde ya da havuzda gösterdiği performans, sadece bir müsabakanın değil, bir milletin ruh hâlinin yansımasıdır.
Günün sonunda skor tabelasında yazan sayı değil, o formaya gösterilen saygı, gayret ve karakterdir asıl kazanç.
Bu yüzden milli takım kadrosuna çağrılmak bir "görevdir".
Tıpkı askerlik, öğretmenlik gibi.
Karşılığında alınan şey "itibar"dır, "gurur"dur, "sorumluluk"tur.
Dünyanın birçok yerinde bu anlayış, hâlâ sporun kutsal köşesidir.
Brezilya'da çocuklar milli formayı "Tanrı'nın armağanı" olarak görür.
Japonya'da milli judocular mindere çıkmadan önce ülke bayrağı önünde eğilir.
Bizde de Lefter'in, Can Bartu'nun, Naim Süleymanoğlu'nun, Neslihan Demir'in gözyaşlarında aynı hissi görürsünüz: Milletine hizmet etmenin onurunu.
Milli Takım'da geçmişte yaşanan prim skandallarını uzun uzadıya anlatacak değilim.
Gelin görün ki son yıllarda milli formaya "manevi görev" değil, "maddi fırsat" gözüyle bakılmaya başlandı.