"İnsanlığın ihyası, insanın imarı" ifadesi, aklıselim sahibi her kulun hasret kaldığı bir hakikat olsa gerek.
Özellikle günümüzde, insanlığın ihyası ve imarına ne kadar çok muhtacız. Şimdi bu ihtiyacı giderecek insanlarımız da ne kadar az.
Evet, maalesef az. Olduğunu iddia edeceklerimiz de "dünyaya bağımlı kalarak ahirete iman edenlere" pek faydalı olamıyorlar.
"Fikir kardeşliği-düşünce kardeşliği-iman kardeşliği", şu an şahsımın da yaptığı gibi laftan öte geçmiyor.
Hele birbirimizin bam teline basalım bakalım: Ortada ne din ne fikir ne düşünce ne amentü kardeşliği kalır.
Bu gerçekleri gördüğümüz halde görmemezlikten gelince, eksikliklerimiz giderilmiyor, hatalarımızdan vazgeçmiyoruz. Aksine sahipleniyoruz.
Çünkü gerçeklerle yüzleşmeye korktuğumuz için daima kaçak güreşiyoruz.
"Laf güreşinde" rakip tanımıyoruz, hele mesele din olunca, nefis üretimli fetva bataklığından çıkamıyoruz.
Bu sebeple; "Yine ne varsa eskilerde var" diyerek mümkün mertebe mazideki büyüklerimize, fikir adamlarımıza, düşünce adamlarımıza müracaat ediyoruz.
Müracaat ettiğimizde ise ne kadarını hayatımıza geçiriyoruz bilemem ama hiç olmazsa zaman zaman hatırlatalım, hatırlayalım da onların ruhlarını bari yad edelim diyoruz.
İşte o isimlerden üçü.
Ömürlerini insanlığın ihyası ve imarına hibe eylemiş, hibenin bereketinden de yüzlerce, binlerce insanı istifade ettirmiş bu güzide merhumlardan söz ederek ruhlarına birer Fatiha Şerif göndermek lazım gelir.
Üç isim de farklı tarihlerde ama Temmuz ayında ahirete irtihal ettiler.
Birincisi; "insan olmanın ve kalmanın abidesi" Mahir İz büyüğümüz. 28 Ocak 1895 yılında İstanbul'da doğdu, 9 Temmuz 1974'te İstanbul'da vefat etti.
İkinci isim; Nurettin Topçu hocamız. 20 Kasım 1909 yılında İstanbul'da doğdu, 10 Temmuz 1975 yılında o da İstanbul'da vefat etti.
Üçüncü isim ise zorlu yılların cesur kalemi