Hüseyin Goncagül
Hüseyin Öztürk
Rabbim rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
İnanan, iman eden, bu uğurda yaşayan ve bir gün kutlu sona gideceğini bilerek hayatını ikame eden bir gönül ve dava dostumuz daha Hüseyin Goncagül de dar-ı bekaya vasıl oldu.
Adı gibi güzeldi, soyadı gibi sözüyle, yüzüyle, içiyle, dışıyla gonca idi ve güldü. Gül ve gülmek onun her haliydi.
Gülüyordu ve güldürüyordu. Nasrettin Hoca gibi her gülüşü ve güldürüşü, hikmet ve irfan yüklüydü. Malayani şeylere gülen ve güldüren değildi.
Yaklaşık 40 yılı aşkın dostluğumuz vardı. Dünya gailesi sebebiyle son yıllarda bir araya gelemezsek de her fırsatta birbirimizle, hep berabermişiz konuşur, görüşür ve ortak derdimiz olan; "Daha iyi, daha güzel, daha müreffeh ve daha insanca yaşanır bir Türkiye için neler yapabiliriz" üzerine dertleşirdik.
Derdimiz hâlâ böyle. Onun sahneye çıkışı, tarihimize ve medeniyetimize dair salondakilerin kulaklarına, gözlerine, dimağların verdiği dersler, bugüne ve yarına hazırlayan mesajlarla yüklüydü.
Derdini seviyordu. Dertten kastımız inandığı davasıydı. Yurtiçinde veya dışında yaptığı programlarında bütün mesaisi, davasını sanatıyla anlatma mesaisiydi.
Kendisiyle tanışmamız 70'li yılların sonlarına rast gelir, o tiyatro ile zatım sinema ile ilgilenirken, ortak noktalarda buluşmaya başlamıştık.
"Sinema ve tiyatro ile inancımız adına neler yapabiliriz, meselelerimizi nasıl anlatabiliriz" diye maddi imkânlardan yoksun, mana itibariyle zengin halimizle, karınca kaderince hep bir şeyler yapabilmek adına didinip dururduk ve çok şey de yapamazdık.
Çünkü sinema için sermaye, tiyatro için yine sermaye ama bu sefer salon ve seyirci lazımdı.
Sinema ve tiyatroya karşı direnilen bir devirde; "Olur mu olmaz mı" soruları arasında o mücadelesine devam etti ve yine emr-i hak vakinin işareti sahnede geldi.
Çok bilinmeyen bir yönünden söz edeyim.