Zeytinliklerin altında sükûn yok!..

1950 yapımı bir filmdi, Zeytinliklerin Altında Sükûn Yok.. Tabii o yıllar yabancı filmler ülkemize vizyona girişlerinden çok sonra gelirdi. Bu yüzden galiba ilkokul değil, lise öğrencisi iken Ankara'da izledim.. İtalyan yeni gerçekçiliği ustalarından Giuseppe De Santis'in filminin adı ezberimde.. Bir de, bir çobanın öyküsü olduğu için enfes manzaraları ve de gölgesinde uyuduğu zeytin ağaçları.. İtalya bir zeytinlikler ülkesiydi ve İtalyan zeytinyağı dünyaca ünlüydü. Bir Milan maçının ardından, takımı, gazetecileri ve taraftarları birlikte getiren Duru Turizm uçağındaki hemen herkesin el çantasında, havaalanından vergisiz aldıkları şişe şişe zeytinyağını hatırlarım.. Ama ne şişeler. Nasıl tasarımlar. Sanki Milano'dan zeytinyağı değil, Paris'ten parfüm almışlar.. Nasıl şaşırmıştım.. Yahu, Türkiye dünyanın en ünlü zeytinyağı ülkesi.. O zaman Cüneyt Ağbi ile Delta'da çalışıyorum. Türkiye Zeytinyağcılar Birliği'nin talebi üzerine, bu konuda bir araştırma yapmıştım.. Acı gerçeği bir raporla, zeytinyağcılara verdik. İtalya, Avrupa'nın en çok zeytinyağı ihraç eden ülkesiydi. Şaşırtıcı olan, üretimi 10 ise mesela, 20 ihraç ediyordu. Geri kalan 10'u onlara biz satıyorduk. Bizden 1'e alıyor, dünyaya 2'ye satıyorlardı. Yani Milano'dan o cazip tasarımlı şişelerle alıp Türkiye'ye hava atmak için getirdiğimiz zeytinyağı, aslında bizim üstüne para ödeyip geri getirdiğimiz kendi yağımızdı, iyi mi. Çocukluğum Kilis'te, dedemin evinde geçti. Çok ama çok geniş bir aileydik.. Ve de varlıklı.. Kilis etrafında bağlar, bahçeler ve de zeytinlikler vardı.. Kilis zeytin ve zeytinyağı üreten bir kentti. Kilis'in ünlü zeytinyağı o zaman, mahzere adlı yerlerde, çok ilkel koşullarda üretilirdi. Bu yüzden, bugün nerdeyse 0 asitli Riviera tipi kokusuz değil, 2.5 asitli ve hem de nasıl kokulu olurdu. O zeytinyağı, sabah kahvaltım olurdu benim.. Kilis tarihi boyunca o ağır yağa ekmek banmak için zahteri icat etmişti. Kilis ova ve yaylalarından toplanan başta kekik, kavrulmuş karpuz çekirdeği, leblebi, susamın da aralarında olduğu 41 çeşit ot kurutulur, dövülür ve harika gıda takviyesi zahter olarak sofraya konurdu. Ekmek önce zeyte (zeytinyağının Kilis'teki kısa adı), sonra zahtere batırılırdı. Zahterin enfes kokusu, zeytin o yüksek asitli kokusu ve tadını bastırır, ağzımızda harika bir lezzet oluşurdu. Tarih derslerinde antik Yunan'ı okurken, zeytin dalı önüme çıktı. Antik Olimpiyat Oyunları'nda kazanana madalya vermez, başına zeytin dalından bir taç koyarlardı. Çünkü spor, barışı getirirdi. Zeytin dalı da barışın simgesiydi. Hatırladığım ilk ramazanda zeytinin Müslümanlar için de kutsal olduğunu öğrendim. Dedem, anneannemin hazırladığı, üzerinde nerdeyse 40 çeşit yiyecek olan masaya oturur ve topu beklerdi. Patlayınca kısa bir dua okur ve o bin çeşit yiyeceğin olduğu masada orucunu uzanıp bir zeytin tanesi ile açardı. Çünkü zeytin, İslam'ın da kutsal ağacıydı. Türkiye bir zeytin ve zeytinyağı cenneti olur da, İtalya'nın sinemasına girdiği gibi, bizim sanatımızdan kaçar mı. Bizim nesil romantikti.. Kız arkadaşlarımızın kulaklarına dizeler fısıldardık, bir partide mesela dans ederken.. Erkekler aramızda rekabet vardı, hele de yeni şiirleri en evvel kim öğrenip söyleyecek diye.. Bedri Rahmi'yi öyle keşfettim.. Önde zeytin ağaçları arkasında yâr Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim. Yâr yollarına dökülmedik dilleri neyleyim. Aşağı yukarı ayni tarihleri, savaşın hemen ardındaki yılları anlatan İtalyan "Zeytinliklerin altında sükun yok" derken, bizim Bedri Rahmi, o zeytin ağaçlarının arasına "Sevgili"yi koyuyordu. Sevgiyi, aşkı koyuyordu, dünyanın en uzun ömürlü, en kutsal, en değerli ağacının altına.. Ya Nâzım!. Nâzım Hikmet!.. "Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından." Niye yazmış usta bu dizeleri.. Bir klasik anekdotla anlatayım.. Küçük oğul bahçeye zeytin fidanı dikiyormuş.. Babası yanına gelmiş.. "Boşuna uğraşıyorsun evlat" demiş.. "Bunun zeytinini ancak torunların yiyebilir.." Çocuk ektiği fidanın dibinde toprağı çamurlu elleriyle bastırırken cevap vermiş.. "Ben dedemin ektiği fidanın zeytinlerini yiyorum ya baba!." Bizim ülkemizde yüz binlerce zeytin ağacı var.. Aralarında 1600 yaşında olanlar. Yani tüm Osmanlı'yı yaşamış zeytin ağacı düşünün.. Böyle bir ağacı Sacramento'da görmüştüm. Holly ile, ağabeyini görmeye Sacramento'ya gitmiştik. Kayınbirader pazar sabahı bizi erkenden "Çok sürpriz bir yere gidiyoruz" diye yollara düşürdü. İki saat falan gittik, bir ormanlık alana geldik ki, ortada yemyeşil bir çimenli alan var.. Millet oraya örtüleri sermiş piknik yapıyor..