Ömer Ünal'dan bir bilimkurgu öyküsü: Örümceğin Gölgesi (2)

Dark Yayınları, 12 yazarından, "Pandemi" üzerine bilimkurgusal öyküler istemiş ve bunları bir araya getirip "Salgın İstanbul" başlıklı bir antoloji yapmıştı. Bu antolojiden seçtiğimiz "Örümceğin Gölgesi" adlı öykünün ilk bölümünü dün yayınlamıştık. Bugün ikinci ve son bölüm.. Erhan haberlerdeki gizemli sessizliğin hayra alamet olmadığını iyi biliyordu. Araştırdığı Kızılderili kabilesinin ve diğer yerlilerin yaşamlarını, Şaman hayat tarzlarını dışarıdaki kalabalıkla karşılaştırınca içi derin bir üzüntüyle boyanıyordu; kurşuni ve İstanbul'un keşmekeş yalnızlığının orta yerine dikilen binalar kadar kasvetli bir hüzün... Lakin okudukça beyninde açılan alacalı fikir kapıları ona şimdi yepyeni bir yol vadediyordu. Rüyasında gördüğü örümceğe benzeyen yaratığa karşı uyumamak belki bir çözüm olabilirdi. Bu esnada gizemli uzay aracının Boğaz'ın sularına neden ve nasıl düştüğünü araştırmaya devam edebilirdi. Üniversiteden hocası Akif Bey'le telefonda konuştu. Akif Bey, acil afet toplantısında tehditkâr konuşmaların yapıldığı masada oturanlar arasındaydı. En çalışkan öğrencisi Erhan'a, "Oğlum, bu konudan uzak dur. İçinde başka şeyler de var. Neden bunu araştırmak istiyorsun" diye sordu. Erhan içindeki bir dürtünün onu bu konuyu araştırmaya sevk ettiğini söyledi. Nedenini kendisi de bilmiyordu. "Hocam, antropolojiyle ilgisiz olduğunu düşünüyorsunuz ancak sizin de görev ekibine dâhil edildiğinizi biliyorum" dedi. "Evet Erhan, doğru ancak bu bilgiyi her yerde dile getirmeyelim lütfen. Hem sen bunu nereden öğrendin" Erhan'ın ağabeyi İstanbul'un önemli siyasilerine ve bürokratlarına korumalık yapan bir polis memuruydu. Ağabeyinin ağzından kaçırdığı bir cümle, Erhan'ın bu konudaki araştırma hevesini perçinlemişti. Hocasının sorduğu soruya, ağabeyinin memuriyet hayatını da yakmamak için "Hocam, bugün derslere girmediğiniz için sadece bir tahmindi. Demek doğruymuş" diye cevap verdi. Profesör Akif Bey, öğrencisinin kendisine blöf yaptığını düşünüp sinirlenerek "Peki Bay Blöfçü Erhan Bey, öyle olsun! O halde beni iyi dinle! Bu işe beni de soktukları için hiç ama hiç mutlu değilim. Sen de bu olaydan uzak durursan iyi edersin!" diyerek telefonu sertçe kapadı. Erhan "Ama neden yüzüme kapatıyorsunuz hocam" diye söylenerek odada dört dönerken, gözüne duvardaki tablo takıldı. Tabloda kendine gülümseyen Mona Lisa vardı. Yoksa hüzünle mi bakıyordu ona Düşündü durdu. Sonunda Mona Lisa'nın acıyan gözlerle baktığını fark etti. Sonra.. O da ne Gördüklerine inanamadı bir süre. Örümceğin kıllı ve uzun bacakları Mona Lisa'nın gözlerinin içinden dışarıya çıkmaya başlamıştı. Önce ön bacaklar, ardından diğerleri.. Bacaklardaki tüyler Mona Lisa'yı gıdıklıyor olacak ki meşhur kadın bir yanıyla gülümsüyor ancak korkutucu bu yaratık karşısında yüzünün diğer tarafıyla da somurtuyordu. Tablonun muazzam denklemini Da Vinci bile gelse çözemez, "Hayır hayır, asıl amacım bu değildi!" diye haykırır ve belki de Erhan'ın düşlerindeki örümcek görünümlü devasa yaratığı tek fırça darbesiyle karanlıklara gönderirdi. Gözlerini ovuşturdu, arkasını döndü ve göz ucuyla yeniden baktığında Mona Lisa'nın bildik yüzünü görünce derin bir oh çekti. Örümcek kaybolup gitmişti. Çocukluğundan bu yana gördüğü hiçbir örümceğe zarar vermeyen, hatta bir keresinde spor ayakkabısından itinayla çıkardığı pek de küçük olmayan örümceği toprağa bırakan Erhan için örümcekle giriştiği bu tuhaf savaş aslında oldukça manasızdı, ta ki bir sonraki gün yaşayacağı olaylara kadar... Karanlık oda nem ve alabildiğine kasvet kokuyordu. Gözleri bu yoğun karanlığa alışana dek etrafı seçemeyen Barış Bey yaklaşık yirmi dakika boyunca nerede olduğunu bilmeden kafasını oynatıp durdu. Düne kadar dünyanın en şöhretli doktoruyken, bugün elleri arkadan bağlanarak kuytu bir zindanda kapana sıkışmış bir deney faresi gibiydi. Bir süre sonra içeri vuran ışık huzmesi gözlerini kamaştırdı. Anlaşılan bir gelen vardı. Kapının ağır ağır gıcırdayan sesi odada dönendi durdu. "Barış Bey, geceniz güzel geçmiştir umarım" diye mırıldanan sesin sahibi bir süre kimliğini gizledi. Doktora bir bardak su uzattı. Kırpıştırdığı göz kapaklarının arasından hafifçe sezebildiği bardağa uzanan Barış Bey, titreyen ellerine rağmen zor da olsa suyu içebildi. "Suçlu değilsiniz ancak bir suçun ortağısınız ve bu şüreka arasından sıyrılma hususunda neden bu denli ısrarcı olduğunuzu anlayabilmiş değilim doğrusu" diyen adama sertçe bakan Barış Bey'in az önce içtiği suyla ıslanan dudaklarının arasından şu sözler döküldü: "Ben insanlık için çalışan bir tıp doktoruyum ve asla ama asla yanlış bir işte bulunmadım. Sizin yaptığınız bir insanlık suçu." İçeride dolaştıkça ayakkabılarının tabanından tok sesler çıkaran adam aklından geçenleri sıralamaya koyuldu: "Peki, biz suçlu olalım o halde. Ancak laboratuvarınızda bulduğumuz dünya dışı yaratıklara ait bedenler konusunda ne düşünüyorsunuz Doktor Bey Yetkililerin izni olmadan ne işler çevirdiniz acaba Nobel'e sahip olabilmek için başka hangi gizli işlere imza attınız Size o küçük varlıkların bedenlerini kim gönderiyordu Tüm bu ilginç bağlantıları açıklamalısınız, çünkü vereceğiniz cevaplara göre o uzay aracına müdahale edebileceğiz." Barış Bey insanlık adına kendine sunulan teklifleri kabul etmiş ve korkunç salgında hayatını kaybeden insanların yüzlerini gözünün önüne getirdikçe yasal olmayan tüm deneyleri gerçekleştirmişti. İçinde saklı tuttuğu bu yasadışı deney faaliyetleri sırasında korkunç olaylara sahit olmuştu. Yaşadıklarını unutmak, bir daha asla ama asla hatırlamamak için bu acı tecrübeleri belleğinin en kuytu köşelerine hapsetmişti ancak bu hapis kısa sürmemiş, açığa çıkan gerçekler kendi bedeninin bu karanlık odada hapsedilmesine neden olmuştu. Aslında dünya dışı varlıkların ilk olarak laboratuvara getirildiği gün buna asla müsaade etmeyeceğini söylemesine rağmen sonradan insanlık ve tıp adına bu tedavi yöntemini bulabilecek tek kişinin kendisi olduğuna inanarak deneyleri yapmayı kabul etmişti. 2019 yılında Çin'in Wuhan kentinde patlak veren Covid salgınının aslında yine dünya dışı varlıklarla olan temastan sonra insanlar arasında yayıldığını öğrendiği gün, bunun çözümünün de yine insanların üzerinde değil uzaylı yaratıkların bedeninde olduğunu düşünmeye başlamıştı. İstanbul'da yapılacak deneylerin sorumlusu olarak neden seçildiğini sorgulamadan mücadeleye girişmişti. Nihayetinde aylar süren çalışmalar neticelenmiş ve virüsü yok eden ilacı yaratıkların üzerinde denemeye başlamıştı. Uzak bir evrenden çıkagelen ve yıllar boyu dünyayla bağlantıda olan uzaylılar, evrenlerinde baş gösteren hastalığın tedavisi için dünyayla bağlantı kurmuşlar ancak istedikleri yanıtı alamayınca insanlara virüsü yayarak dünyanın hastalığa karşı çare üretmelerini beklemişlerdi. Dünyada insanlara karşı tedavi üretilemeyince de zorunlu olarak evrenlerindeki hastaları dünyaya taşımışlardı. İşte Barış Bey de bu ilacın üretimi için uzaylı yaratıkların bedenlerini denek olarak kullanmıştı. Tüm bu süreç içerisinde salgın kontrolden çıkmış ve büyük bir hızla yayılmıştı. Barış Bey, görevlilerin ev, ofis ve laboratuvarına baskın düzenlediklerini öğrenince büyük bir hayal kırıklığıyla karışık hiddet duygusu yaşamaya başladı. Sonunda tüm olanları açıklamak zorunda olduğuna karar vererek en baştan başlayarak her şeyi anlattı. Boğaz'ın derin suları giderek köpürdü, yükseldi, yükseldi. Deniz kenarındaki tüm askerler, polisler büyük hızla ve kargaşayla kaçışmaya başladılar. Deniz suları karayı esareti altına almaya başladı. Köprü trafiği durduruldu ve helikopterler olabildiğince yükseldiler. Denizin dibindeki uzay aracı büyük hızla su yüzeyine çıktı. Aracı görenler onu kocaman bir örümceğe benzetti. Tam on bacaklı devasa bir örümcek; köy yerlerinde insanlara musallat olan cinsten korkunç bir yaratık; düş ve hayal kurma becerilerine sahip, sanrılarıyla dost kimi hastaların gecelerine misafir olan bir Koncolos (Zombi) ya da Arçura (Orman cini), destanlardan, mitolojilerden kopup gelmiş oldukça ıslak bir varlık... Uzun süredir babasının yoğun işleri nedeniyle evde yalnız kalan Erhan, çalışma odasındaki kitapların arasında uyuyakalmıştı.