Adı geçenlerin hepsini çizin!..

Nihat Özdemir, hayatının en doğru kararını verdi istifa ederek.. Şimdi haziranda yeni başkan ve yeni kurullar seçilecek.. Gazeteler Özdemir'i unuttular bile.. Şimdi manşetler yeni başkan adayı üzerine.. Haziranda yapılacak seçimle ilgili durmadan ortaya isimler atılıyor.. Bunların bir kısmı fısıltı gazetesinde ve sosyal medyada dolaşan isimler.. Adı geçen herkesi medyamız haberleştiriyor. Soruşturma gereği bile duymadan.. Çünkü amaçları, olur da, yarın bunlardan biri seçilirse, haberi atlamamış olmak.. Ya da tesadüfen o ismi ilk yazan gazete iseler "Biz söylemiştik" manşetleri atmak.. İkinci bir amaç daha var ama.. Bizim meslekte adı "Zarf atmak" olan eylem.. Gazete, kendi adayının adını ortaya "Biz istiyoruz" diye atmaz.. Öyle yürekleri yoktur. Onun için "haber" diye yazar adını, yani zarf atarlar.. Hemen her gazetede okuduğunuz bir, tek bir ismin arandığını, konuşulduğunu, haberin öyle yapıldığını gördünüz mü. Muhabirlik mesleği sona erdi.. Nerden göreceksiniz. Yahu adını manşete yazdığınız adam, cebinizde duruyor. Çıkarıp elinize alacaksınız.. 7 tık.. Sadece 7 tık.. Onu bile yapan yok.. Biz bu mesleğe başladığımızda, birini arayacağımız zaman, telefonu açar, abartmıyorum bazen hatta 45 dakika "çevir" sesi beklerdik. O sinyal gelmeden telefon çalışmazdı çünkü.. Hele şehirlerarası, en az 4-5 saat!.. O devirde, o imkânsızlık da değil, "yokluklar" içinde muhabirlik vardı.. Bugün bolluklar içinde yok.. Çünkü isteyen yok. Soran yok.. Hesap soran yok.. Ne zamanki, adı "aday" olarak ortaya atılanlardan biri, kendi arıyor bir ajansı mesela, "Ben aday değilim" diyor, o ajans haberi her gazetede bir sözde muhabirin imzası ile yayınlanıyor, ajansın adı bile geçmeden.. Ayni haber 40 gazetede 40 ayrı imza ile çıkıyor. Bu medya, bu 4. güç öyle mi. Ben 1957 yılından beri bu işin içinde biri olarak düşünceleri- mi söyleyeyim. Nihat Özdemir istifa etti. Yerine vekâlet eden Servet Yardımcı, onu istifaya zorlayan ne varsa, sorumlusu olan adam.. Yani asıl istifa etmesi gereken kişi iken, şimdi bir de, vekil de olsa Federasyon Başkanı ve seçimde en iddialı aday.. Neden iddialı.. Çünkü ben biliyorum, medyada adamları var.. Nerden biliyorum. Bugüne dek tek gazetede, "Nihat Özdemir'i istifa ettiren hataların baş sorumlusu şimdi Federasyon Başkanı ve de seçimde de aday" yazısı okudunuz mu hiç. Niye okumadığınızı düşünün o zaman.. Haziran seçimlerinde, adı bugünkü federasyonla ilişkili hiç ama hiç kimse, ne başkan, ne üye, ne de bir kurul görevlisi olarak asla ve asla oy almamalı.. Bunca rezillikten sonra bu ülke futbolunun tertemiz isimlere ihtiyacı var. Bir de.. En uzak duracağınız isimler, "Ben aday değilim" diye ortaya çıkanlar olsun.. Bu da klasik numaradır. "İstemem yan cebime koy" sistemi.. "İstemiyordum ama, çok ısrar ettiler.." "İstemiyordum ama çıkan adayları görünce, ülkemin ve futbolumuzun bana ihtiyacı var. Kenarda kalamam, dedim!." 1957'den beri böylelerini de o kadar gördüm ki.. Benim, şu ana dek adı geçenler içinde, tereddütsüz oy vereceğim var mı Var.. Hüsnü Güreli.. Çok parlak bir yöneticilik dönemi var. Kısa ama parlak.. Mali konuları da çok iyi bilir ki, günümüzde en önemli sorun. Haziran kongresinde üye olsaydım, oyumu gözü kapalı Güreli'ye atardım. O kadar yürekten inandığım bir "Adam gibi adam!." İZMİR GÜNLÜKLERİ Dört gazetecinin İzmir güzellikleri turu Murat Vargı kardeşimin organize ettiği bu gezide ben de olmak istiyordum. Can Pulak, Ertuğrul Özkök, Güneri Cıvaoğlu'yla bir arada, bir İzmir turu.. Ama özel sebeplerle katılamadım. Can Pulak da sanki kıskançlıktan öleyim diye "İzmir Günlükleri" yazmaya başlamaz mı. Buyurun ilk yazı.. Çok göç almasına rağmen çok bozulmayan, göçerlerin İzmirleşmek zorunda kaldığı bu güzel kentimizde, televizyon izlemezseniz eğer, siyasete bulaşmazsanız ve sadece kafa dinlemeye çalışırsanız, sizi mutlu edecek hayli imkân bulursunuz. Sabahları otelin karşı sahilinden başlayıp Alsancak'a kadar gidip geldiğiniz yürüyüş yolu, başlıbaşına bir terapi parkuru. Hele yol arkadaşlarınız Murat Vargı, Güneri Cıvaoğlu ve Ertuğrul Özkök olursa, sohbetin keyfine doyamazsınız. Kültür, sanat, müzik ve doğa sevgisine odaklanan sohbetler. Murat Vargı, Türkiye'ye ilk cep telefonunu getiren çok çaplı, donanımlı, geniş vizyona sahip bir işadamı. Çeşitli sektörlerdeki büyük yatırımlarının yanı sıra, kurduğu çöp vakfıyla Türkiye'nin temiz tutulması için savaşıyor adeta. Cebinden milyonlar harcıyor bunun için. Enerji, turizm, telekomünikasyon, ithalat-ihracat şirketlerinden çok çöp işine harcıyor mesaisini. Vargı, Türkiye'yi çöpten kurtarmaya çalışıyor, Türkiye ise dünyanın çöpünü ithal ederek Adana'ya yığmaya uğraşıyor. Bir garip Türkiye işte.. Güneri Cıvaoğlu'nu tanımayanınız yok. Türk basınının taçsız kralı. Büyük gazetelerin usta yöneticisi, kıdemli köşe yazarı, çok seyredilen TV programlarının yapımcı ve sunucusu.. Üstelik de doktorasını Fransa'da yapan bir hukukçu. Bir koltuğa birkaç karpuz sığdırabilen büyük üstad. Ama meslekteki en büyük şöhreti, başına geçtiği Güneş gazetesiyle, Türk medya çalışanlarının cebine adam gibi maaşlar sokması ve onların emeklerini en üst derecede değerlendirmesi... Ertuğrul Özkök'e gelince, onu kıskanmayan yok gibi. Yüzüne saygılar sunup arkasından konuşanların sayısı ordu mevcuduna taş çıkartır. Özkök, Türk basınının o dönemdeki amiral gemisi sayılan Hürriyet'in başında aralıksız 20 yıl oturmuş bir şampiyon. Böyle bir unvan kıdemi, dünyanın hiçbir gazetecisinde yok. Buna rağmen çok mütevazı bir kişiliğe sahip, dost canlısı, kitap ve müzik kurdu bir sosyolog. Fazladan üniversite hocalığı da var onun. Kıskançlık bizim kanımıza işlemiş. Başarılı, şöhretli iyi işler yapmış ve çıkarmış birini bulduk mu, sanki kendimiz bir matahmışız gibi basarız kalayı. Verip veriştiririz ona, parçalar, un ufak eder, yargısız infazla çekeriz ipini hemen. Takdir, alkış, beğenme duyguları, çok uzağındadır bizim toplumun. Ne yazık ki böyledir bu. İnşallah gelecek nesil daha adil, daha anlayışlı davranır başarılı insanlara.. Lafı uzatmadan İzmir'de buluşan Vargı, Özkök, Cıvaoğlu, Pulak dörtlüsünün Urla ve Alaçatı'ya uzanan kültür ve turizm gözlemlerinden bahsetmek istiyorum. İlk durağımız İzmir'in yeni fuar alanındaki mermercilerin müthiş etkileyici pavyonları oldu. Evet bir mermer ülkesiyiz ama, böylesine değişik, farklı, harika mermerlere sahip olduğumuzu ilk defa gördüm. Beyaz mermeri biliriz de pembesiyle, yeşiliyle, açık mavisiyle, gri damarlıları ile ilk defa tanıştık. Mermer deyip geçmeyin, meğer bizim mermerler dünyanın kapıştığı değerlere sahipmiş. Nitekim fuara gelen her milletten yabancıları görünce, bunun doğruluğuna tanık oldum. İkinci ziyaret noktamız, İzmirli Lucien Arkas'ın inanılmaz değerde müthiş kültür ve sanat müzesi oldu. Önce Lucien Arkas'ı sizlere tanıtmalıyım. 76 yaşında, İzmir doğumlu, Saint Joseph Fransız Lisesi mezunu, 5 lisan bilen, deniz ve kara taşımacılığından otomotiv sektörüne kadar 61 firmanın sahibi, şirketlerinde çalışan 7 bin kişinin patronu olan enerjik bir delikanlı!. Sürekli çalışmayla beslenip genç kalan Arkas, Akdeniz'in en büyük konteyner filosuna sahip. Filosunda Türk bayraklı 26 gemi, 5 petrol tankeri, kara taşımacılığında 450 kamyonu var. Aslında neyi yok diye sormalısınız. Bana göre örnek, çalışkan, müthiş vizyon sahibi yatırımcı ve ayakta alkışlanması gereken bir Türk. Ayrıca 1500'e yakın çok nadide eserden oluşan resim, yüzlerce heykel, gemi maketi ve halı koleksiyonundan oluşan müzeleri, şarap bağları ve dünyaca ünlü şarapları var. Böyle birini tanımaktan gurur duydum. Adam ayaklı kütüphane, yürüyen müze, değerli bir fuar ve seyyar büyükelçi.. Pes doğrusu... Neyse fazla methedersek yanlış anlaşılır. Doğruların çok az anlaşıldığı bir ülkede yaşıyoruz da.. Arkas, müzesini,