Riyad-İslamabad Paktı ve Ankara'nın hesabı

Ortadoğu'nun jeopolitik manzarası bir kez daha köklü bir dönüşümün eşiğinde. Geçtiğimiz 10 gün içinde ABD haricindeki tüm Anglosakson dünya Filistin'i resmen tanıdı. İsrail, daha önce bombaladığı 6 ülkeye ek olarak Ortadoğu'daki en büyük ABD üssünü barındıran Katar'ı bombaladı ve ABD Başkanı'nın verdiği tek tepki "Pek de mutlu değilim" oldu. Bunun sonucundaki en önemli kırılma noktası ise "İbrahim Anlaşmaları"na dâhil olmayan Suudi Arabistan'dan geldi.
Suudi Arabistan ile Pakistan arasında 17 Eylül 2025'te imzalanan "Stratejik Karşılıklı Savunma Anlaşması"ndan bahsediyorum. Bu, salt ikili bir güvenlik mutabakatı değil; bölgesel dengeleri yeniden kurgulayan, küresel güçlerin rolü sorgulatan stratejik bir dönüm noktasıdır.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman, uzun süredir Washington'dan üç kritik taahhüt bekliyordu: Somut güvenlik garantileri, beşinci nesil F-35 savaş uçakları ve sivil nükleer programına destek. Fakat 7 Ekim Aksa Tufanı sonrasında yaşananlar Riyad'ın güvenlik algısını altüst etti. Washington'un İsrail'e her daim koşulsuz desteği, Suudi liderliğini "alternatif güvenlik şemsiyeleri" arayışına yöneltti.
İşte bu noktada, tarihsel bağların şekillendirdiği Pakistan seçeneği ön plana çıktı. 1970'lerden bu yana Suudi sermayesi Pakistan ekonomisini ayakta tutarken, Pakistan ordusu Riyad'a askeri destek sağladı. 1990'lardaki nükleer yaptırımlar döneminde Suudi petrodoları, İslamabad'ın can simidi olmuştu. Bugün imzalanan pakt, bu çok katmanlı ilişkinin doğal devamı olarak okunmalıdır.
Anlaşmanın en kritik maddesi, taraflardan birine yönelen saldırının diğerine yapılmış kabul edileceği hükmüdür. Bu, NATO'nun meşhur 5. Madde'sini andıran bir "kolektif savunma" doktrinidir. Dahası, Suudi Arabistan'ın bu düzenlemeyle Pakistan'ın nükleer kapasitesinden dolaylı bir güvence umduğu açıktır. Resmi metinde nükleer silahlara atıf yok; fakat uluslararası analistler Riyad'ın İran'ın olası nükleer hamlelerine karşı "gölge caydırıcılık" arayışında olduğunu vurguluyor.
Washington açısından bu gelişme, yıllardır uyguladığı "İsrail'in niteliksel askeri üstünlüğü" politikasının yan ürünüdür. ABD, Tel Aviv'e bölgede en ileri silahları tahsis ederken, Riyad'ın taleplerini hep sınırlı tuttu. Bu denge siyaseti artık sürdürülemez görünmektedir. Suudi Arabistan'ın Pakistan'a yönelmesi, ABD'ye verilen "Artık tek adres siz değilsiniz" mesajıdır.
Pakistan cephesinde ise kazanım açıktır: Yaptırımlarla boğuşan, Hindistan'la gerilimi artan ve Çin'le işbirliği yapsa da resmi güvenlik garantisi bulamayan İslamabad, Suudi ortaklığıyla hem ekonomik hem de diplomatik nefes kazanıyor.