Hamas'ın silahsız savaşı

Ortadoğu siyasetinde gerçek güç sadece tankların namlusunda değil, diplomatik zekâda gizlidir. Nitekim tek bir tankı bile olmayan Hamas'ın, Netanyahu'yu düşürdüğü duruma bakınca bu gerçek bir kez daha açığa çıkıyor.
Direnişin kalbi Hamas, bu kez sahada değil masada manevra yaptı ve şaşırtıcı ölçüde hesaplı bir diplomatik dil kurdu. Öncelikle rehineler meselesini öne çıkararak insani zemini sahiplendi. Bu adım, hareketi sadece "askeri aktör" değil, "müzakere edebilen taraf" olarak konumladı.
Rehine takası teklifleri, hem kamu vicdanına hitap etti hem de üçüncü ülkeleri sürece dâhil olmaya zorladı. Böylece "çatışmanın sorumlusu" algısı bir nebze de olsa bölüştürüldü.
En dikkat çekici nokta ise silah bırakma şartına verilen muğlak yanıttı. Hamas, ne açık bir ret ne de net bir kabul sundu; bunun yerine belirsizliği stratejiye çevirdi. Silahsızlanma taahhüdü vermeyerek kendi varlık sebebini tartışmaya açmadı ama tamamen reddetmeyerek "makul aktör" imajını zedelemedi. Bu gri alan, hareketin diplomatik zırhı hâline geldi.
Gazze'nin yönetimini "teknokrat bir yapıya devretme" fikrine kapı aralaması ise ikinci bir hamleydi. Bu öneri, Hamas'ın sahneden çekilmeyeceği ama mutlak hâkimiyet iddiasını da yumuşattığı izlenimi bıraktı. Ne geri adım, ne meydan okuma... Tam anlamıyla bir denge siyaseti.
Bu süreçte İsrail tarafındaki siyasi kaos da avantaja çevrildi. Netanyahu'nun belirsizlikleri, iç muhalefetin baskısı ve sokaktaki savaş karşıtı sesler; Hamas'ın açıklamalarını