Dil öğretiminde paradigma değişimi şart

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in şu sözleri, aslında uzun yıllardır göz ardı edilen bir eğitim açmazını berrak bir şekilde ortaya koyuyor:
"Her sınavda yani ortalama bir İngiliz vatandaşının bilmediği gramatik kuralları çocuklara test sınavında sorduk. Bu şekilde dil öğrettiğimizi varsaydık, bu mantığı değiştirmemiz lazım. Kendi anadilinde, gündelik hayatta 300-500 kelimeyle konuşabilen bir çocuktan 1500-2000 kelimeyle yabancı dil konuşmasını nasıl bekleyeceksiniz"
Bu sözler, yalnızca bir eğitim politikası eleştirisi değil; aynı zamanda modern pedagojiye dair köklü bir sorgulamadır. Çünkü bizde yabancı dil öğretimi, öğrencinin "bilgiyi bilmesi" üzerinden kurgulandı. Oysa dil, bilginin değil, iletişimin aracıdır.

GRAMERİN GÖLGESİNDE KAYBOLAN DİL
Bugün İngiltere'de, ortalama bir vatandaş "past perfect continuous" gibi gramer yapılarını adını koyarak bilmez. Ama rahatlıkla derdini anlatır, işini görür, iletişim kurar. Biz ise yıllarca öğrencilerimize, çoğu zaman günlük hayatta kullanılmayan gramer ayrıntılarını ezberlettik. Sınav kâğıdında doğru yapıldığında "başarı" sayılan bu bilgi, hayatın içinde bir karşılık bulmadığında sadece yüke dönüşür. İşte Tekin'in işaret ettiği ilk açmaz tam da budur: Sınavların içeriği, öğrenmenin doğasını yanlış yönlendirmektedir.

KELİME HAZİNESİ VE GERÇEKÇİ BEKLENTİLER
Bakanın dikkat çektiği ikinci nokta ise daha temel: Anadilinde 300-500 kelimeyle hayatını sürdüren bir çocuktan, yabancı dilde 2000 kelimeyle akıcı konuşmasını beklemek, pedagojik açıdan hem haksızlık hem de gerçeklikten kopuştur. Psikodilbilim araştırmaları da göstermektedir ki, dil öğrenimi daima anadilin gelişimiyle paraleldir. Çocuğun kendi dilindeki kavram dünyası sınırlıysa, yabancı dilde bundan daha geniş bir dünyayı içselleştirmesi neredeyse imkânsızdır. Dolayısıyla önce anadilde kelime zenginliği ve