Bir 'gezi' hikâyesi

Türkiye, tarihinin en netameli sorununu ilk kez farklı bir yoldan çözmeye çalışırken, Türkiye tarihinin en büyük sivil kalkışmasını gerçekleştirdiler. Gezi sürecinde ortaya saçılan tüm nefret söylemlerini, işlenen nefret suçlarını, vandalizmi, Esed seviciliği, Amerikan müdahaleciliği el kitabından fırlamış hükümet devirmeciliği, kapitalist ağababalarıyla devrime yürümeciliği, meşru bulduğu ve uyguladığı devrimci şiddeti, "helikopterlerden halkın üzerine ölümcül portakal gazı sıkıyorlar"dan "İzmir'de otoparkta polis işkencehane kurmuş"a uzanan geniş yalan skalalarını bugün "sevgi-barışkardeşlik" sloganlarıyla unutturmaya çalışıyorlar. Dokuz yıl önce bugünlerdi. "Erdoğan düşecek, Afrika'ya gidemeyecek" diyorlardı. Başbakan Erdoğan, önceden belirlenen programından hiç taviz vermeden Fas- Tunus-Cezayir resmi ziyaretlerini gerçekleştirmek üzere yola çıktı. Bu sefer "Erdoğan kaçtı, yurda dönemeyecek" demişlerdi. Erdoğan yurtdışındayken iş makineleriyle Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi'ni işgale kalkıştılar. Geziye eşlik eden gazetecilerden biri olarak gittiğimiz ülkedeki ziyareti takip etmekten çok kendi ülkemizde neler olup bittiğine dair haber almaya çalışıyordum. Önce dönemin Başbakan Yardımcısı ve Erdoğan yurtdışındayken onun vekili olan Bülent Arınç'ın "Gezi Dayanışma" üyeleriyle yaptığı toplantıyı duydum. Ne talepler sıralamamışlardı ki... Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Kanalistanbul ve HES'ler kaldırılmazsa Taksim Meydanı işgalini sürdüreceklerini