Bazı gözler vardır hüzünle karışık. Sanki alınlarına hüzün yazılmıştır da, onu da hep gözlerinde taşıyorlar gibi. Kimi mahcup bakar.
Yüzüne bakarsın utanır, başını önüne eğer. Bir yağmur tanesinin konduğu yapraktan kavisleşip düşüşü gibi... Kimi nuraniyet izdüşümü, kimi muhacir oluşun simgesi. Kimi küçük yüreğine sığdıramadığı kocaman yükleri gözlerinden taşırır, kimi haşarılık görünen halleriyle saklar onları. Ama hepsinin gözlerinden çıkan tek bir bakış var: ocuk masumiyeti.
Kısa bir süre aslında pek çok şeylere gebe... Nice sevinç, nice hüzün ve nice hikâye... 30 günlük bir serüvenin bana öğrettiği şeyler çok oldu. İlk gittiğimdeki şaşkınlığım, mekânın kifayetsizliği bir yana, her şeye pat diye giriş... Yaz Kur'an kursu için 60 öğrenci çok geldi başta. Ama öğrencilerin hocalara bölünmesiyle bana düşen öğrenciler... Rim'ler, Ritaç'lar, Şem'ler ve diğerleri... Dillerini bilmiyorum, ama gönüllerini okuyabiliyordum. Gözlerinin içi güldüğünde özellikle. Adın ne sorusuna tercüman abla sayesinde Rim dediğinde, Filistin'de şehid olan minik Rim'i hatırlamış, içim buruk bakmıştım ona. Ama o 'bir Rim gittiyse binlerce Rim yerine doğar' dedirten cinsten, mutlu mutlu gülümsedi. Sorsam hepsinden ayrı hikaye çıkacaktı, biliyorum. Ama gönüllerimizi ortaya koyduk ve bu birlik bizlere yetti.
Sosyal hizmetlerden gelen çocuklar ayrı bir hüzündü. 6, 7, 8 yaşında çocuklar... En büyüğü orta sona geçmiş. İlgi ve şefkate muhtaç. Küçücük yüreklerinde kocaman yüklerin ağırlığı... Ve öğrendikleri ilk şey: Hayatta kalma. Servis geldiğinde hemen servise koşmaları... Birbirlerini uyarmaları... Sürekli tetikte halleri... Ve dağıtılan yiyeceklerden ablalarına da muhakkak ayırmaları... Aslında yaşamın kıyısında onlar varmış da biz böyle eften püften bir yerdeymişiz hissi uyanıyordu bazen onlara baktıkça. Ağır gelen yükleri benim omuzlarımı da ağrıtıyordu çoğu zaman.