"Hep yanındaydım...
Şu an havaalanı yolunda olduğu gibi...
Yol uzadıkça uzuyordu sanki...
Bir yandan da içimdeki ses, 'Çek kenara, dur ve son kez sor; bizim için bir şans var mı hâlâ' diyordu.
Ama ben bunu sormak yerine her şey normalmiş gibi dünyadan söz ediyordum.
Çünkü sen dünyadan söz edilmesini çok seviyordun.
Öyle ya, kadınlar yeryüzünde 'Keşifler Çağı'nın kapandığına inanmıyorlar; onlar için dünyadan söz etmek demek, fal tutmak, hayal kurmak gibi bir şey."
Çekmecelerimi karıştırma dönemimdeyim yine...
Toza bulanmış mavi dosyalarda eski Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Sabah yazılarımdan kesilmiş kupürler çıkıyor karşıma; eski hikâyeler, denemeler...
Yukarıdaki satırlar da onlardan birinden...
Bu pazar onlardan mı söz etsem, bilemiyorum.
Ama dünyanın yeni huzursuzluğu buna izin vermez; her şey gitgide daha çirkinleşiyor ve "insan"ın hâli fena...
Bir iğde ağacının altına şilte atıp "İskenderiye Dörtlüsü" okuduğum o güzel günleri anlatayım diyorum...
Sonra "Ne anlamı var" sorusu gelip yapışıyor.
Öyle karılmış bu gezegendeki hayatın harcı; geçmesin, öfkesi dursun, yası sürsün dediğimiz neler neler gelip geçiyor...
Al işte!
2000'lerin başından bir defter sayfası çıktı karşıma...
Şöyle yazıyor...
"Herkesin birbirine şen şakrak bir edayla ihanet borçlarını hatırlatıp kefaretini aradığı ve kimsenin denize girmeyi düşünmediği beach'lerden bunalmıştım.
Günün solduğu bir saatti.
Arabama bindim, farları yaktım. Şöyle bir durup zeytin ağaçlarının arasından kıvırılarak uzanan yola baktım.