Belki başlangıçta iyi bir laf, anlamlı bir dikkatti...
Ama artık ne zaman birinden işitsem, tüylerim diken diken oluyor.
Hani herkesin ağzına sakız olan "sınırlarını bilmek" deyiminden söz ediyorum...
Artık kimse sınırlarını bilmiyor ama çevreye sürekli "sınır" (had) bildiriyor...
Zeynep'in (Merdan) güzel ifadesiyle nasıl "çelimsiz bir kibir" bu!
Nasıl steril ve bireyci bir kabalık!
***
Şimdi kabul edelim ki...Madalyonun bir yüzünde...
Toplumu çepeçevre saran MÜTECAVİZ bir samimiyet dalgası var...
Sınır mınır hak getire...
Hemen "Vay vay vay, ablam hoş gelmiş" hâlleri...
Şarkıyı deli gibi sevmemizden belli...
"Gökçeada'ya gel verim daireyi" havalarından çok kısa süre sonra yüz göz olunmuş iştahlar ve kankaların birbirine kurduğu tuzaklar falan, gırla...
***
Ülke insanını resmeden madalyonun öteki yüzünde ise...Bir türlü "gelişememiş" ama bütün "kişisel gelişim" terimlerini ve önerilerini sular seller gibi ezberlemiş tipler var.
Daha doğrusu, "sınır koymak" adına, her türlü iyilik hissi ve dayanışmayı çöpe atmış tipler...
Beyaz yakalı çalışma ortamlarını esir alan hoyrat bir bencillik yani...
***
Geçen hafta sosyal medyada bir video dönüp duruyordu, görmüşsünüzdür...İzlemeyen kaldıysa, izlesin, derim, ibretlik çünkü...
Genç bir kadın, kendisini arayıp "Sizin şirkette açık bir pozisyon varmış, CV'mi göndersem insan kaynaklarına aktarır mısın" diyen arkadaşını anlatıyor...
"Yapamam" diyor, "Ben sana yardım edemem, senin ne faydanı gördüm ki sana faydam olsun...