Bizi bozan şeyler...

Adam, toplumda yeri pek güçlü ve tanınmış arkadaşıyla buluşacağı restorandan içeri girer...
Ama erken gelmiştir.
Garsonlar, adamın kılık kıyafetini süzer ve "belirsiz kimliği"nin de etkisiyle pek soğuk davranırlar.
Bir masaya oturtulur ama su bile getirilmez.
Sanki sıkılıp gitmesini bekliyor gibidirler.
Derken arkadaşı kapıda belirir, adamın sırtını şöyle bir sıvazlar ve her şey sihirli bir değnek değmişçesine değişir.
Şef garson koşarak ikisine de menüyü getirir; üstelik bu kadar da değil, adamın kıyafetine övgü düzmeyi de ihmal etmez.
Bu ani değişim tatmin edici midir
O an için belki...
Fakat "bu durumun hep böyle devam edip gitmeyeceği"ni derinden hisseder adam.
Arkadaşı başka biridir, kendisi başka biri...
Ve bu mekânlarda çalışanların yaklaşımları hiç değişmeyecektir.

Anlattığım hikâye Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" (1922) romanından...
Çok eski bir zaman değil mi
Zaten romanın havalı kişisi de Marquis de Saint-Loup; yani gerçekten bir aristokrat...
O dönemden bugüne kamusal yaşantı binbir kılığa girdi...
Ama insanları huzursuz eden "statü" manyaklığı ve endişesi berdevam...

Bilmiyor muyuz...
Ottan tottan snopluk üreten mekanizmalar harıl harıl işliyor.
Ankara'da pek havalı bir devlet kurumundan örnek vereyim size...
Genç kadın iş çıkışı biraz da yorgunluk içinde kafasını dinlemek için servis minibüsünde öne oturuyor.
Arkasındaki takım elbiseli adamlardan of pof sesleri geliyor...
Sonunda kıdemli bir çalışandan cep teline mesaj geliyor: "Canım, bizim serviste öne oturmamız aslında