Bir ihtimalin salıncağında

Kontağı kapattım...
Benzin kokusu genzimi yaktı, zihnimi karıncalandırdı.
Pompacı "Dolduralım mı abi" dedi fakat bir yandan da uykuya aç gözleri gecenin karanlığında bir noktayı arıyordu.
Gördüm...
Otoyolu ikiye ayıran şeritlerin tam ortasında duran porselen mavisi bir çift gözü ben de gördüm...
"Arabanın biri vurdu gitti" dedi adam; "Beli kırıldı belli ki ama kafası oynuyor."
Sonra kolumu tutup kendine doğru çekti: "Gitme hiç, şimdi bir kamyon işini bitirir zaten, gariban daha fazla çekmez."
Ayla konuşmayı işittiği gibi dışarı fırladı, mavi gözlere doğru koşmaya başladı.
Ben de arkasından...

Bir süredir tanışıyorduk Ayla'yla...
İşi nedeniyle sabah erkenden İzmir'de olması gerekiyordu.
Ben zaten "serseri"nin tekiydim; bir türlü bitip tükenmeyen gençlik zamanlarım; aklıma estiğinde yollara düştüğüm yıllar...
Sevdiğimiz müzikleri dinleyerek birbirimize iyi yol arkadaşı oluruz diye düşünmüştük...

Uzaktan bakıldığında parlayan gözler yakından ne kadar soluktular...
Birkaç dakika sonra gri renkli buz parçacıklarına dönüşecekleri kesindi.
Ayla, daha sonra her aklına geldiğinde yüreğini parçalayan bir hareketle kedinin kafasını avucunun içine aldı; ağır ağır okşadı.
Hep öyle olur; en uygunsuz anda içinden olmayacak şeyler geçer; ben de "Ona âşık olabilirim" diye mırıldandım sanırım.
Tam böyle değil belki ama benzer şeyler...
Çünkü Ayla'nın ellerini ilk o an fark ettim; sımsıkı kavranmak, sevmek, sevilmek isteyen ellerini...