Sabahın çok erken saatleri...
Fakat kentin uğultusu başladı bile...
Bir dakika, elbette şehir demiyorum, basbayağı kent bu!
Orta yerinden otoyollar geçen, her yanına kuleler dikilmiş, AVM'lerle donatılmış şehir mi olur
***
Derken...Birden kuşlar coşuyor.
Bütün diğer sesler susuyor sanki...
Biliyorsunuz, değil mi
Kuş sesi sessizliktir...
***
Sessizlik dediğimiz şey "ses"lidir...Şimdi hatırlamıyorum, bir yazar "öğleden sonraları örgü örme"yi sessizlik olarak tanımlamıştı; hele bir yandan ocaktaki çayın fokurdaması da işitiliyorsa...
Ben mi
Mesela hafif çakıllı bir deniz kıyısında suların şıpırdamasına kulak vermeye bayılırım; sessizliği dinlemek odur işte!
Dost sessizlik, diyorum bu türden hâllere...
***
Ama gürültü çağındayız...Hiç durmayan, durdurulamayan gürültü...
İstenmeyen ama mecbur kaldığımız kulak tırmalayan sesleri kastetmiyorum; keşke mesele sadece o kadarla kalsaydı!
Gürültü hayatın ta kendisi olup çıktı.
Bile isteye yaptık bunu!
***
Durmadan konuşuyoruz mesela...Söz durunca korkuyoruz; yanlış bir şey olacakmış gibi geliyor.
Müzik mi
Hiç susmasın istiyoruz.
Hatta müzik olmasın, sadece ritim kalsın...
Sessizlik terk edilmek, yalnız kalmak, arıza yapmak gibi bir şey çoktandır.
***
Korkmadan, ürkmeden sessizliğin sesine geri dönsek ne iyi olacak.Schopenhauer'in sözü müydü şu: "Kalabalığın gürültüsü zihni köreltir, sessizlik ise insanı kendine gösterir."

3