Akide kızıllığında cam gibi bir akşamüstü

"Sıcak iklimlerin akşamlarında, bizim sabahlarımızda duyulan neşe vardır, daha doğrusu, hayata, rahata giriş keyfi vardır...
Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emir erine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi...
Bu dediğim tarihte Sultan Hamid'in Suriye'deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kâhya, askerlerden korucu gönderilirdi..."

Hadi bakalım...
Madem yine pazar gününe geldik dayandık...
Şimdi çok lafını ettiğimiz diyarların yüz küsur yıl önceki hâllerine bir kez daha gidelim...
Yine Refik Halid'in kıvrak dili ve inanılmayacak kadar canlı gözlem gücüne yaslanalım...
O günlerin izleri kolektif bilinçdışımızda hâlâ yaşıyor olmasaydı, bugünlerde yaşananlar zihnimizi böyle kıpır kıpır oyalar mıydı
Geçen pazar Refik Halid'in mektuplarına bakmıştık, şimdi Gurbet Hikâyeleri'ne göz gezdirme zamanı...

Mesela Suriye çöllerinin denizle birleştiği uzak kasabalara gönderilmiş memurlar, zamanın İstanbul'unu nasıl özler, nasıl hayal ederlerdi, hiç düşündünüz mü
Refik Halid şu paragrafta müthiş anlatır:
"Bir Roma harabesi üzerine yeniden kurulmaya başlanan bu çorak Badiye Limanı'nda mutasarrıf eski bir mektep arkadaşım çıkmıştı. Hukukta beraber okumuşuz...
İşsizlikten, eğlencesizlikten, sohbetsizlikten bunalıyordu, yakamı bırakmadı... İmkân olsa hükümet konağındaki odasına da benim için bir masa koyduracaktı; çalışma saatlerinde de karşılıklı oturup İstanbul'dan bahsedecektik. Uzakta kalanlar için