Donald Trump'ın Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yaptığı 3 trilyon doları aşan anlaşmalar, yüzeyde büyük bir diplomatik ve ekonomik zafer gibi görünüyor. Özellikle basınımızın eski güç dengesine göre düşünen bazı yorumcularının, bu yüzden deyim yerindeyse Trump'tan beter propaganda cümleleri kurduklarına şahit olduk. Ezber böyle bir şey. Oysa bu anlaşmalar, gerçekte Amerikan imparatorluğunun -belki keskin bir cümle gibi gelecek size ama- günü kurtarma reflekslerinin bir tezahürü.
Neden böyle düşünüyoruz
Öyle bir zamandan geçiyoruz ki, bir olayın yüz yıllık, hatta sistemsel düşündüğümüzde kapitalist çevrimlerinin en az üç yüz yıllık döneminin kırılma diye nitelendirebileceğimiz bir anına tekabül ettiğini gözlemliyoruz. Tam bu noktada tarih bize diyor ki; declineçözülme süreci yaşayan bir imparatorluk, dünyadan ödeme alarak kendi çöküşünü durdurmaya çalışır. Ama bu yöntem, çöküşü daha da hızlandırır.
Öte yandan imparatorluklar yine tarihe göre çöküşe yaklaştıkça artık üretmek yerine elindekini satar, borçlanır ve kendi ürettikleri düzene karşı dahi savaş açar. Bugün ABD de, 36 trilyon dolarlık borç yükü altında kıvranın ABD'den aynı döngüyü yaşıyor. Dolayısıyla ABD'nin bugün ürettiği şey güven değil; belirsizlik ve dengesizlik.
Trump'ın Körfez ülkeleriyle imzaladığı devasa savunma ve yatırım anlaşmaları; görünürde nakit akışı sağlıyor, istihdam vaadi sunuyor. Ama içerikte ne sanayiye dönüş var, ne teknoloji transferi, ne de stratejik istikrar. Çünkü, kriz daha derin.
ABD artık üretime dayalı bir imparatorluk değil, tüketim ve finans manipülasyonuna dayalı kırılgan bir ekonomi. Ve bu yapı, Trump'ın "işlem odaklı yani al-ver" stratejisiyle ayakta kalamaz.
Söz gelimi, Çin'in devlet destekli sanayi modeli, kamu yatırımları, düşük borçlanma maliyetleriyle büyürken,