Ben Amerika konusunda çok yazıyorum. Takdir edersiniz ki bugünkü sistemin krizini en net oradan okuyabiliyoruz. Bir imparatorluğun çöküşünü izlemek, aslında bütün bir paradigmanın sona yaklaştığını görmek demektir. Bir dünyanın sonuna yaklaştık dediğim günlerde burun kıvıranlar, bugün kaostan bahseder oldu. Ama alışkanlıklar kolay değişmiyor. Hala birileri "Trump bir tehdit savurdu mu, sanayicilerin korkacağı ve fabrikalarını söküp Amerika'ya taşıyacağını" söylüyor. Oysa ekonomi öyle emirle, tehdit ile yön değiştirmez. Ekonominin kendi kuralları, kendi tarihsel yapısı vardır. Sermaye güven arar, öngörü arar. Bu basit gerçek, tehditlerden daha belirleyicidir.
Bir Japonya örneği var ki, evlere şenlik. Financial Times'ta çıkan habere bakın: Trump, her zamanki gibi açık bir dayatma ve zorbalık üslubuyla konuşuyor:
"Size ağır tarifeler koymamı istemiyorsanız, dört yıllık başkanlığım bitene kadar Amerika'ya yarım trilyon dolar borç vereceksiniz. Hatta toplamda bir trilyon dolar vereceksiniz. Bunun üzerinde hiçbir kontrolünüz olmayacak. Tüm kontrol bende olacak. Yatırımlar yapılacak, siz yarım trilyonunuzu geri alacaksınız ama kârın yüzde 90'ı Amerika'ya gidecek. Japon basını ilk başta yüzde 50 sanmıştı ama hayır, size sadece yüzde 10 kalacak."
Bu tabloya yatırım anlaşması değil, düpedüz sömürü düzeni denir, değil mi
Dilimize pelesenk oldu... Trump belirsizlikten başka bir şey üretmiyor. Bugün yüzde 15 tarife sözü veriyor, ertesi gün yüzde 50 uyguluyor. Bir gün verilen taahhüt ertesi gün geri alınıyor. Yatırımcı rasyoneldir. Böyle bir tabloyu gördüğünde sadece durumu idare eder. Üstelik, Avrupalı sanayici "fabrikaları ABD'ye taşımak yıllar alır, bu süreçte iflas tehlikesi kapıya dayanır" gerçeğini çok iyi bilir.
Sorun yalnızca Japonya ile sınırlı değil. Trump, Almanya'ya "Otomotiv tesislerini sök, Amerika'ya getir" diyor. Kore'ye, "Hyundai üretimini kaydırmazsan yüksek tarife uygularım" diye tehdit ediyor.