Amerikan seçimlerinin sonuçlarını "değişim talebi" üzerinden okuyanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bizim ezberciler hariç, dünyada 1945 sonrası oluşan Amerikan dünyanın sonuna gelindiğini düşünmeyen yok gibi artık.
Bir hatırlatma... Ben ısrarla, bu noktada bir imparatorluk çöküşünden bahsederken, yeni bir gücün, söz gelimi BRICS'in çökenin yerine geçeceğinden bahsetmiyorum.
Aslında bu konuyu şöyle açmakta fayda var...
Krizi en çok Amerika hissediyor. Daha doğrusu yaşanılanı "kriz fenomeni" çerçevesinde değerlendiren yine Amerikalılar. Ama siyaset buna karşılık vermiyor. Toplumsal düzlemde ise "yerleşik düzene" tepkisini göstermek için "aykırı olan" tercih ediliyor.
Diğer bir yaklaşım da şu... Elimizdekine sahip çıkmazsak, düzen kaos tarafından yutulacak. Bu kesimin unuttuğu; mukadderatın kimse tarafından engellenemeyeceği gerçeği.
Ne var ki, tarih iki ay içinde yeniden şekillenecekmiş gibi, herkes, Trump'ın yemin törenine kadar birikmiş sorunlarını halletmek için var gücüyle çalışıyor. Onun için de kimsenin sistemsel analizlere kulak vermeye niyeti yok.
Elbette politika yapıcılar doğaları gereği "kısa günün kârı" diyecekler.
Ben ise dediğim gibi bu kadar birikmiş sorunun bir çırpıda çözülebileceğini zannetmiyorum, zira, bizzat sistemin kendisinin sorun olduğunu düşünüyorum.
Onun için Trump gibi öngörülemez, siyasi pragmatizm çerçevesinde hafızaya, hatta hukuka önem vermeyen birinin Amerikalılar tarafından seçilmesinin, "yeni dönemde neler olacak" sorusuyla değil, sistemde oluşabilecek muhtemel çöküntüler üzerinden okunması, ona göre tedbirler geliştirilmesi gerekiyor.
Sistem artık rıza üretemiyor...
Dolayısıyla, sistem içindeki çatışmalar artarak devam edecek. Trump'ın "savaşları bitireceğim" sözünün karşılığı yok. Zira, ticaretin can damarı olan "tedarik zinciri" güzergâhlarında çok büyük sorunlar var.
İkincisi, yine sistem içinde, popülizme dayalı milliyetçilik anlayışının doğası gereği çatışmacı bir mantığa sahip olması gerçeği ile karşı karşıyayız.