Yazıyoruz ve okuyoruz, o halde varız

Eski filozoflardan bir kısmı Allah'ı düşünmeden kâinatı incelemeye çalışmışlar. "Zerreden yıldızlara kadar böyle harika bir âlem olamaz! Gördüğümüz, olsa olsa bir hayaldir, biz de hayalden ibaretiz" demişler.

Bediüzzaman Said Nursi "bunlar, varlık âlemini kabul edip de Allah'ı inkâr edenlere göre daha akıllıdır" der.

İlim ve felsefe dünyası asırlarca bu şüphe ile devam etmiş. Nihayet meşhur filozof Descartes: "Düşünüyorum o halde varım" diyerek bu tartışmaya son vermiş.

Bilindiği gibi Descartes, Batı aydınlanmasında önemli bir isim. Bu açıdan bakıldığında kastettiği sadece maddi varlık olmasa gerek. Manevi olarak da eğer düşünüyor, tefekkür ediyor ve fikir yürütüyor isek bir değer bir kıymetiz. Şu dünyada bir mana ifade ediyoruz. Aksi takdirde var olmak ile yok olmak arasında bir fark yok.

Descartes zamanında Batı'da bağımsız düşünebilmek, devlet, toplum, haklar ve hürriyetler hakkında düşünebilmek zordu. Birileri senin yerine düşünürdü. Seni yok sayarlardı. "Ben de bir şeyler düşünüyorum" demek "Ben de varım." demekti.

Aradan geçen birkaç asırda düşünmenin, varlığı ispat etmekte pek yeterli olmadığı daha iyi anlaşıldı.

Bediüzzaman Said Nursi, varlığın en önemli hususiyetlerinden birisi konuşmak olduğunu izah eder. Bütün varlık âlemini birbiriyle bir şekilde konuşturan Âlemlerin Rabbi elbette kendisi de konuşacaktır. Bu sebeple Cenab-ı Hak, vahiy ve ilham ile konuşmuş, peygamberler, kitaplar ve suhuflar göndererek varlığını zihinlere ve kalblere tesbit ettirmiştir.

Bediüzzaman "Kur'ân'ın sönmez ve sündürülemez bir nur olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim" diyerek yazmaya başladı. Cephede yazdı. Kuş uçmaz kervan geçmez bir Anadolu kasabasına sürgüne gönderilerek bitirilmek ve yok edilmek istendiğinde yazmaya daha büyük bir azim ve gayretle devam etti. Yasaklar kondu. Ama yazmaktan vazgeçmedi, onunla beraber binler kalem yazmaya başladı. Manen "Yazıyoruz, okuyoruz o halde varız. Kur'ân var, Kur'ân tefsiri Risale-i Nur var" dediler.