Yarım asra yakın bir süredir Türkiye'nin en büyük problemlerinden biri olan PKK terör örgütü, nihayet silâh bıraktığını ve kendini feshettiğini açıkladı. Bunun nasıl bir mutabakatın sonucu olduğunu zaman gösterecektir.
Kapsamlı bir af, en önde gelen tahminlerden. Sürecin sağlıklı bir sonuç vermesinde açıklık ve şeffaflık önemli olacaktır. Ancak şartlar ne olursa olsun, silâhların sustuğu ve barışın konuşulduğu bir noktaya gelinmiş olması, sevindiricidir.
Terör, sadece ülkemizin değil, dünyanın en önemli meselelerinden biridir. Terör ekseriyetle çift taraflı kullanılagelmiştir. Çoğunlukla hak arayışları iddiasıyla devleti veya iktidarları yıpratmak ve belirli kararlara mecbur bırakmak için kullanılmıştır. Ancak bir kısım devletlerin veya odakların da içerideki hürriyet ve demokrasi taleplerini bastırmak için bir fırsat olarak gördüklerini de unutmamak gerekir.
Bugün geldiğimiz noktada, terörün "çıkmaz sokak" olduğunda herkes hemfikirdir. Hak ve hürriyetlerin kazanılmasında araç olma vasfını taşımadığı gibi, aksine bu hakların önünde büyük bir engel hâline gelmiştir. Otoriter yönetimlerin bahanesi olmuştur.
PKK'nın kendini feshetmesi, aslında dünya ölçeğinde terörle mücadelenin geldiği yeni aşamanın bir parçasıdır. Dünyada IRA, ETA ve Güney Amerika'daki bazı sol kökenli örgütler gibi, PKK da artık silâhlı mücadelenin hiçbir hak getirmediğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Kan, gözyaşı, ekonomik yıkım ve nesiller boyu süren travmalar, terörün en büyük mirası olarak ortada durmaktadır.
1970'li ve 1980'li yıllarda terör ideolojik gerekçelerle başlamıştı. NATO-Varşova paktı soğuk savaşındaki bu ortam, 12 Eylül 1980 darbesinin zeminini oluşturmuş ve demokratik hakların kısıtlanmasına gerekçe gösterilmiştir. Sovyetlerin çöküş sürecinde ideolojik zeminini kaybeden birçok örgüt yeni arayışlara girmiştir. PKK da bu ortamda, özellikle Diyarbakır Cezaevi'ndeki büyük baskı ve işkencelerin doğurduğu atmosferle güç kazanmıştır.
Özellikle İran'ın Humeyni devriminden sonra izlediği mezhep merkezli dış politika, Ortadoğu'daki gerginlikleri arttırmış, Şiî-Sünnî ayrımını derinleştirmiştir. Şiîliği önceleyen bu yaklaşım, Ortadoğu'daki yeni bir tarihî hafızanın uyanmasına sebep olmuştur. Bu da eski ittifakları yeniden gündeme taşımış, bölgedeki dinamikleri etkilemiştir.