Killigil silah fabrikasının havaya uçurulması ve Nuri Paşa'nın şehâdeti (2 Mart 1949)

2 Mart 1949 Çarşamba günü ikindiden sonra saatler 17.10'u gösterdiğinde İstanbul-Sütlüce korkunç patlamalara sahne olur. Patlamalar iki gün boyunca kesilmez. Ortalık savaş alanına dönmüştür. Patlamanın olduğu ve tamamen yıkılan hacimli binanın bir silah fabrikası olduğu anlaşılır. Üstelik bu fabrika, Osmanlı'nın kudretli Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın öz kardeşi, Afrika Grupları Komutanı, Kut'ül Amâre'de İngiliz Ordusunu teslim alan Halil Paşa'nın öz yeğeni, Kafkas İslâm Ordusu Komutanı, Bakü Fâtihi Nuri Killigil Paşa'ya aittir.

Patlamalar durduğunda yapılan hasar tesbit çalışmalarında Nuri Paşa dâhil 28 kişinin vefât ettiği anlaşılır. Nuri Paşa'ya ait bir ayakkabı teki, not defteri, parçalanmış bir kravat ve onun olduğu iddia edilen bileğinden kopuk bir el bulunmasına rağmen, Paşa'nın cesedine ulaşılamamıştır. Yüzlerce metre etrafa saçılmış ceset parçaları tek tek toplanır.

Bulunan işçilerin cenâzeleri; İçişleri Bakanı Mehmet Emin Erişirgil, Çalışma Bakanı Reşad Şemsettin Sirer, İstanbul Savcısı İhsan Köknel ve Nuri Paşa'nın eniştesi Orgeneral Kâzım Orbay'ın hazır bulunduğu törenle 7 Mart 1949'da Bayezit Camii'nden kaldırılarak Edirnekapı Şehitliğine defnedilir.

Patlamadan günler sonra Haliç'te bulunur Nuri Paşa'nın parçalanmış vücudu. Bu kez de hükümet cenâze namazı kılınsın istemez. Çünkü günlerce İstanbul bu patlamaya ilişkin âdeta çalkalanmaktadır. Onlarca senaryo ağızdan ağıza dolaşmaktadır. Cenâze namazı için bir araya gelecek kalabalığın ne yapacağı belli olmaz. Bu yüzden Nuri Paşa, bulunduğu şekliyle Edirnekapı'ya mesâi arkadaşlarının yanına defnedilir.

Bunun için zamanın İstanbul Müftüsü büyük âlim Ömer Nasûhi Bilmen Hoca'dan da, bulunduğu şekliyle elbiseleri ile defnedilmesi konusunda bir fetvâ alınmıştır. Böylece Nuri Paşa'nın şehâdeti tescil edilmiş olur. Çünkü ancak şehitler elbiseleriyle ve cenâze namazı kılınmadan defnedilebilmektedir

PATLAMAYA GİDEN SÜREÇ VE GELİŞMELER

Nuri Paşa, patlamanın olduğu gün hanımı Mısır Prenseslerinden Misli Melek Hanım'ı Yeşilköy'den Kâhire'ye yolcu etmiş, şoförü kendisini Sütlüce'deki fabrikaya bırakmıştı. Aslında Kâhire uçağı 11.00'de kalkması gerekiyordu. Ancak rötar yapan uçak, saat 15.00'te uçabilmişti. Hanım'ı; üç yıldır görmediği prenses annesi İffet Hanım'ı ve babası Mehmet Ali Bey'i çok özlediğini söyleyerek Mısır'a gitmek istemiş, işlerin yoğunluğundan bu seyahat sürekli ertelenmişti.

Sonunda Nuri Paşa hanımını yalnız göndermeye karar verir. Çünkü bu arada İsrail devleti kurulmuş, Arap-İsrail Savaşı başlamıştı. Nuri Paşa'nın silah fabrikasına talepler had safhaya çıkmıştı. Nuri Paşa özellikle Suriye ve Mısır'dan almış olduğu yüklüce havan topları, uçak bombaları ve patenti kendisine ait olan 9 mm.'lik tabanca siparişlerini yetiştirmek istiyordu. Türkiye Tekel İdâresinin vermiş olduğu 8 milyon adet kapsül siparişi de işin cabasıydı.

Bunun için de Yahudilerden tehdit dâhi almıştı. Ama; ömrü Libya Çöllerinde, Kafkas Dağlarında, Balkanlar'da savaşarak geçmiş, Birinci Dünya Savaşının her türlü ortamında bulunmuş, üstelik İstiklâl Madalyası sahibi Nuri Paşa için Yahudilerden gelen tehditler çok önemsiz şeylerdi. Aldırmadı üretime devam etti. Ancak tehditlere kulak asmayan Nuri Paşa'ya bu kez hükümet üzerinden Suriye ve Mısır'a silah satışı yapmaması noktasında ikâz geldi.

Nuri Paşa bu ikâza da kulak asmadığı gibi, Birleşmiş Milletler'in Suriye ve Mısır'a koyduğu silah ambargosuna rağmen (BM aynısını hep yapıyor) hem sevkiyatlara, hem üretime devam etti. Bu da başta Yahudiler olmak üzere emperyalist devletlerin dikkatini çekti. Mâdem Nuri Paşa durdurulamıyordu öyleyse farklı yöntemler denenmeliydi. Öyle de yaptılar. Fabrika bir daha üretim yapamayacak şekilde Nuri Paşa dâhil havaya uçurulacaktı.

Patlamanın olduğu gün, fabrikada işçi olarak çalışan birkaç Mûsevî vatandaşın işe gitmediği söylenir. Nuri Paşa ise doğrudan havaalanına hanımını Kâhire'ye yolcu etmeye gitmişti. O'nun havaalanı dönüşünde fabrikada yangın çıkartılacak, yangın zâten barut ve kimyevi maddelerle dolu fabrikayı havaya uçuracaktı. Plan işlemeye başladı. Uçağın rötar yapması işi geciktirse de, ilerleyen saatlerde eylem başarıyla uygulandı.

Nuri Paşa, mesâiye devam eden 105 işçi ile çalışırken ilk yangının çıktığını haber alır. Fabrikadan hızla uzaklaşması gerekirken, bilhassa O, hassas malzemelerin olduğu kısımlara koşarak işçileri bölgeden uzaklaştırmış, pek çok kimsenin hayatını kurtarırken, kendi hayatını fedâ etmişti.

TBMM'de bazı milletvekilleri hükümete soru önergesi vererek, "Bu fabrikanın nasıl ve kimler tarafından havaya uçurulduğunun" açıklanmasını ister. Soru önergeleri Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, Çalışma Bakanı Reşad Şemseddin Sirer ve Başbakan Şemsettin Günaltay tarafından cevaplanmış, Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır 18 Mart 1949'da gerçekleşenmeclis görüşmelerinde şunları söylemiştir:

"Bu zâtın (Nuri Paşa'nın) son 1948 senesi zarfında Suriye için, Mısır için ve Pakistan için sipariş müsaadesi istediği doğrudur. Suriye ve Mısır için, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bu memleketlere silâh ve mühimmat sevk edilmemesi yolundaki kararına binâen, Bakanlıkça kabul edilmemiştir. Yalnız Güvenlik Konseyinin Pakistan hakkında bir kararı olmaması hasebiyle Pakistan için senenin son ayında böyle bir sipariş müsâdesinin kabulünde bir mahzur görülmemiştir."

Sonra söz alan Başbakan Şemsettin Günaltay da şu açıklamayı yapmıştır:

"Umumi ve süratli bir teftişin ağır ve ezici mesuliyetinden vareste bırakılan bir kısım memurlar da tamamiyle lâkaydiye (umursamazlık) sürüklenmişlerdir. Bu hâdiseye el koymuş olan adalet teşkilâtı vazifesini ifa edecek ve fâciaya sebep olanları meydana çıkararak şüphesiz cezalarını verecektir. Fakat bunun hâricinde bâzı dairelerde, kânûnların kendilerine tahmil etmiş olduğu (yüklemiş olduğu) vazifeleri hakkiyle ifâ etmeyenlerin veya ihmal edenlerin bulunduğu anlaşıldığından bunlar hakkında bakanlıklarca esaslı ve ciddî tetkikler yapılacaktır. Lâkaydi gösterenlerin, vazifelerini ihmal edenlerin meydana çıkarılmasını arkadaşlarımdan rica ettim. Bu hususta tetkikata başlanmıştır. Şüphesiz bunlar da cezalarını göreceklerdir. Aynı zamanda bu mahiyette bulunan müesseseler de sıkı bir surette teftiş edilerek gerekli şerâiti hâiz olmayanların faaliyetlerine son verilecektir."

Bâzı milletvekillerin ısrarı sonucu Başbakan bu açılamalarla yetinilmeyeceğini bildiğinden, gizli oturum ister. Konu, Nuri Paşa'nın cesedinin Haliç'te su üzerine çıktığı gün olan 23 Mart 1949'da kapalı celsede yeniden gündeme gelir. 16 Ocak 1949'da kurulan 18. Hükümetin Başbakanlık makâmında bulunan ve TBMM kurulduğundan beri milletvekili olan Şemsettin Günaltay ağır adımlarla kürsüye gelir. Konuşmasını bitirdiğinde yaptığı açıklamalar kayıtlara devlet sırrı olarak girer.

Ve o güne kadar İsrail'in kuruluşunu tanımayan ülkemiz bu patlamanın ardından İsrail'i tanıma kararı alır. Üstelik tanıma kararı, 23 Mart'ta yapılan Nuri Paşa ile ilgili gizli celsenin bir gün sonrasında ve Nuri Paşa'nın defnedildiği gün alınır. Tanıma; İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak'ın himayelerinde 24 Mart 1949 tarihli ve 35970115 sayılı Dışişleri Bakanlığının yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu'nun aldığı karar gereği gerçekleşir, 1 Nisan 1949'da resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer.

Böylece 18. Hükümet İsrail'i 1 Nisan 1949 tarihinde resmen tanımış, ardından hükümetin el değiştireceği meşhûr 14 Mayıs 1950 seçimlerine 126 gün kala 7 Ocak 1950 tarihinde de Telaviv'de temsilcilik açarak resmi ilişki başlatılmış olur...

SAVUNMA SANAYİMİZDE ÖNEMLİ ADIM...

Nuri Paşa, Mondros Mütârekesinin imzalanmasıyla çağrıldığı İstanbul'da İngilizler tarafından 1919'da tutuklanmış, Batum'a gönderilerek hapsedilmişti. Paşanın Batum'da cezaevinde olduğunu haber alan Azerbaycan Türkleri her şeyi göze alarak yüksek güvenli hapishâneden çok sevdikleri Paşa'yı kaçırırlar. Paşa, Erzurum'a Kâzım Karabekir Paşa'nın yanına gelerek Millî Mücâdeleye katılır.

Nuri Paşa iyi bir asker olması nedeniyle silahlara aşırı bir düşkünlüğü vardı ve İstiklâl Savaşı döneminde Rus ve Ermenilerden ele geçirilen silahları ve malzemeleri Kars ve Erzurum'da mevcut imalathânelerin yanı sıra kurduğu atölyelerde canla başla çalışarak kullanılır hale getiriyordu. Bu konuyla ilgili ağabeyi Enver Paşa'ya 1 Nisan 1921'de yazdığı mektupta Erzurum'da iş ocağı nâmıyla metruk makineleri tamir ettirerek büyük bir imalathâne tesis ettirdiğini yazmıştı.

Savaştan sonra bunu geliştirmek istedi. Yakaladığı ilk fırsatta Zeytinburnu'nda 1933'te döküm, demir eşya ve soba yapmak üzere bir tesis kurdu. İsmi de "Zeytinburnu Demir Eşya Fabrikası" olarak konmuştu. Resmî olarak bu tip mâdeni eşyalar üretiliyor olarak görünse de asıl üretimi, Millî Savunma Bakanlığı'nın verdiği izinle yapılan tahrip kalıbı, gaz maskesi, tabanca, tüfek mermileri ve 81 mm.'lik havan topu mermisi gibi askeri malzemeler üzerine idi.

Ayrıca, Atatürk'ün talebi üzerine 1934'te Yavuz Zırhlısının 34 adet topu için kanat emniyetli tapa üretimine de başlar. "Yavuz"; İngilizler'in, parasını kuruşuna kadar ödediğimiz "Sûltân Osman" ve "Reşâdiye" gemilerine el koymasından sonra, onların yerine abisi Enver Paşa'nın Almanlardan satın alarak donanmamıza kazandırdığı (tıpkı Patriot'lar verilmeyince S-400'leri aldığımız gibi) iki gemiden biridir. (Bu zırhlı gemi Atatürk'ün nâşını İstanbul'dan İzmit'e taşıyacaktır). Nuri Paşa işte bu Yavuz'un ihtiyaçları için severek kolları sıvamıştır. Başarılı olduğunda arkasından dağ topları için 24 bin tapa siparişi gelir. O da yetmez diğer gemiler için 11.000 mermi tedariki istenir. Nuri Paşa ürettikçe en iyisini yapma gayretine giriyordu. Bir müddet sonra da Türk Hava Kuvvetlerinin envanterinde olan Alman Heinkel uçakları için ilk parti 3719 adet uçak bombası yapımı işlerini alır.