II. Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin Almanya ve Japonya'ya savaş ilânı (23 Şubat 1945)

23 Ağustos 1939'da Moskova'da Almanya Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop ve Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov tarafından saldırmazlık paktının imzalanması İkinci Dünya Savaşı'nın ayak seslerini beraberinde getirmişti. Bu anlaşmayla iki ülkeden her biri diğerinin düşmanına yardım etmeyeceğine ve ittifak yapmayacağını taahhüt ediyordu.

Almanya'yı bu anlaşmaya iten sebep ise göz koyduğu Polonya'yı ilhak ederken kendisini savaşla tehdit eden İngiltere'ye karşı doğu tarafını garanti altına almaktı. Çünkü Almanya tâ Birinci Dünya Savaşından itibâren, yapılan 400 maddelik Versay Anlaşması'nı içine sindirememiş, zâten hiçbir maddesine uymadığı Versay Anlaşmasıyla kendisine haksızlık edildiğine inanmaktaydı.

Alman siyasetinin içinde bu durumu sürekli gündeminde tutan Adolf Hitler iktidara gelmeyi başardı ve ilk işi Versay Anlaşması'nı resmen çöpe atmak oldu. Artık Almanya; Versay Anlaşmasıyla Belçika, Çekoslovakya ve Polonya'ya bıraktığı topraklarına kavuşma vaktinin geldiğini düşünerek harekete geçti.

Hitler önce Versay Anlaşması gereği yasak olan ordusunu kurdu ve büyüttü. Yine yasak olan hava kuvvetlerini kurarak büyük uçak filoları oluşturdu. Ardından vakit geçirmeden görüşmesi bile yasaklanan Avusturya'yı topraklarına kattı. Bu fiili duruma hayrettir ki İngiltere ve Fransa'dan ciddi bir tepki gelmedi. Sonra Çekoslovakya'nın Südetler Bölgesinde hak iddia etmeye başladı.

Burada İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain devreye girerek arabuluculuğa soyundu. Hitler'e teklifi, "Başka bir talebin olmayacaksa istediğin Südetler Bölgesini sana verebiliriz" oldu. Hitler söz verdi. Üstelik İngiltere, Fransa ve İtalya Başbakanları huzurunda 29 Eylül 1938 tarihli Münih Anlaşmasıyla da bunu teyit etti. İngiltere Başbakanı Chamberlain bölgeye barışı getirdiğinden oldukça emindi.

Fakat Hitler hiç de öyle düşünmüyordu. Südetler Bölgesine adımını atar atmaz bütün Çekoslovakya'yı bir anda yuttu. Bu durum karşısında İngiltere Başbakanı Chamberlain kendisini aşağılanmış hissetti. Hitler bununla da kalmayıp Polonya'ya doğru askerî hareketliliğini devam ettirdi. Bunun üzerine İngiltere, Polonya'ya girmesi halinde Polonya'nın toprak bütünlüğünü koruyacağı yönündeki ültimatomunu Başbakan Chamberlain üzerinden Hitler'e iletti.

Hitler, bu ültimatomu da dikkate almadı. Sadece, Polonya'ya girmeden önce İngiltere ile savaş çıkma ihtimaline karşı doğu cephesini sağlama alması için Sovyetler'le anlaşmasının yeterli olacağını düşündü. Dışışleri Bakanı Joachim von Ribbentrop'u bu iş için görevlendirdi. Ribbentrop, Berlin'deki Rus diplomatlarla anlaşmanın zeminini oluşturduktan sonra Moskova'ya uçtu. Sovyet Lideri Stalin, Alman Dışişleri Bakanını bizzat karşıladı ve 23 Ağustos 1939'da yukarıda belirttiğimiz saldırmazlık paktı iki ülke arasında imzalandı.

8 gün sonra da 1 Eylül 1939'da saatler 04:40'ı gösterdiğinde Alman birliklerinin Polonya'ya ilk saldırısı başladı. Alman hava kuvvetleri 1.150 uçakla Wielun kentini bombalar ve daha ilk saldırıda kentin dörtte üçü yok olur, 1200 kişi ölür. Bombardımandan beş dakika sonra Alman savaş gemileri Polonya'nın Gdansk şehrinin ortasından geçen Martwa Vista Nehrinin denize döküldüğü yerde oluşan Westerplatte yarımadasındaki ikmal depolarına saldırır.

3 Eylül'de İngiltere ve Fransa Almanya'ya savaş açsa da Polonya'yı kurtaramaz. Ama dünya savaşı da başlamış olur. Polonya Hükümeti 17 Eylül'de çok az sayıdaki uçaklarının 98'ini de alarak Romanya'ya sığınırken, aynı gün Sovyetler Polonya'ya saldırır. Böylece Alman-Sovyet ittifâkının gizli toprak paylaşımı ortaya çıkar.

Bu ittifak aslında 23 Ağustos Moskova saldırmazlık anlaşmasının gizli maddeleridir. Letonya, Estonya, Litvanya ve Finlandiya Sovyetlere verildiği gibi, Polonya'nın yarısı da verilmiştir. Bu durum, 1946 yılında yapılan meşhûr Nürnberg Mahkemelerinde ispat edilecektir ve bundan dolayı Alman dışişleri bakanı Rıbbentrop burada takım elbisesi ile idam edilecektir.

İşte bu ittifakın ortaya çıkmasından sonra İngiltere ve Fransa 19 Ekim 1939 tarihinde Türkiye ile "Üçlü İttifak Antlaşması" imzalar. Bu anlaşmaya göre, İngiltere, Türk savaş pilotlarının uçuş eğitimlerini, İngiltere'de Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından verilmesini kabul etti.

Fakat savaşın 10 Haziran 1941'de Almanların Paris'i işgâl ederek Fransa'yı saf dışı bırakması üzerine Türkiye 18 Haziran 1941 tarihinde de Almanya ile "Türk-Alman Saldırmazlık Paktı" imzalar. Bu anlaşmalar Türkiye'nin tam olarak tarafsız kalmadığını ve sadece kendisine yönelik bir saldırı halinde savaşmaya hazır olduğunu göstermiştir.

Fakat Hitler'in düşüncesinde Sovyetler'i işgâl etmek fikri vardır. Bundan dolayı, Rusya'ya girdiğinde kendisine batılı müttefiklerinden Türkiye üzerinden gelecek bir saldırıyı önlemek için 18 Haziran'da bu anlaşmayı yaptığı anlaşılacaktır. Çünkü Adolf Hitler'e göre Sovyet Komünizmi mutlak suretle ezilmeliydi. Slavlar Hitler'in gözünde zâten aşağılık bir insan ırkıydı ve bu ırk aslında, Sovyet Komünist rejimi altında bütün dünyaya anarşi ve yıkım getirmek isteyen küresel YAHUDİ zihniyetine hizmet ediyordu.

Nihayet Almanya, Türkiye ile yaptığı saldırmazlık anlaşmasından 4 gün sonra 22 Haziran 1941 yılında müttefiki konumundaki Sovyet Rusya'yı işgâl etmek için Barbarossa Harekâtı'yla II. Dünya Savaşı'nın Doğu Cephesini yıldırım savaşıyla açar. (Harekâta ismi verilen Alman İmparatoru Barbarossa Papa'nın topladığı 600 bin kişilik sürüyle güyâ Kudüs'ü kurtarmak için geldiği Anadolu'da Selçuklu Sûltân'ı II. Kılıçarslan tarafından 560 bini gerilla savaşıyla Anadolu yaylarına gömülmüş, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Friedrich Barbarossa da 10 Haziran 1190 günü Ekşiler köyü yakınlarında Göksu Irmağı'nda boğularak ölmüştür. Hitler'in Rusya macerâsı da öyle olacaktır.)

21 Haziran 1941'de Almanların saldırmazlık anlaşmasını bozarak Sovyet Rusya'ya Baltık'tan-Kiev'e kadar geniş bir cepheden girmesi ve işgâle başlaması üzerine Erdek'te subay olarak görev yapan Alparslan Türkeş, Nasyonal Sosyalist Adolf Hitler'i hiç sevmese de, Komünist Rusya'nın kızıl pençesi altında esir Türklerin kurtarılmasını cân-ı gönülden istediğinden, bütün subaylara muhteşem bir ziyâfet vererek burada, "Kızıl Sovyet Rusya'nın çökeceğini ve esaret altındaki Türk ülkelerinin hürriyetlerine kavuşacağını, Turan'ın kurulacağını, böylece Kızılelma'ya ulaşacaklarını" dile getiren bir konuşma yapmıştır

Rusya içlerinde hızla ilerleyen Almanya Ukrayna üzerinden Kırım ve Kafkasya'ya ulaşmış, hatta Doğu Cephesi'ni gezdirmek için Türkiye'den kıdemli bir asker istenince, Hükümet Gazze doğumlu Orgeneral Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet Paşa'yı göndermiştir. Paşa, 4 Ekim 1941'de Almanya'nın gönderdiği junker tipi uçağı ile Yeşilköy'den havalanır. 22 gün sürecek gezi Bulgaristan ile başlar. Romanya'dan sonra Odessa'ya geçilir. Burada Hitler'in Karargâhında bizzat Hitler tarafından 28 Ekim 1941 tarihinde saat 15.00'te harita başında uzunca brifing verilir.

Fakat; ne Türkiye'nin Almanya ile 1941 Haziran'ında yaptığı anlaşma, ne de ekim ayında Hitler'in bir Türk Generaline verdiği brifing, ABD'nin hoşuna gitmez. Ve Türkiye'ye yaptığı yardımı keser. Ancak İngiltere'nin devreye girmesi üzerine 30 Kasım 1941 tarihinden itibaren yardımlara yeniden devam eder. 1941-1944 yılları arasında ABD Türkiye'ye yaklaşık 95 milyon dolarlık savaş malzemesi yardımı yaptığı halde 1944 Mart'ında Türkiye ile İngiltere arasında Türkiye'nin savaşa katılması yönündeki müzakereler sonuçsuz kalınca Amerika Türkiye'ye yaptığı yardımları 1 Nisan 1944 tarihinde bir kez daha keser.

Bu durum, Türkiye'nin Almanya ve Japonya'ya 23 Şubat 1945'te savaş ilân etmesine kadar sürer. Bu tarihten sonra ise askerî yardımlar yeniden başlar ve aynı gün Amerika ile Askeri Yardım Antlaşması imzalanır. Bu da yetmez; 12 Temmuz 1947 tarihinde ABD'yle daha kapsamlı bir askeri yardım antlaşması imzalanır. Bunun adı ABD dışişleri bakanı Marshall'a istinâden Marshall yardımı ismini alarak, II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Marshall programından 16 ülke yararlanmış ve ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. Birilerinin dediği gibi Menderes geldi Amerika yardımları başladı, Marshall yardımı Menderes ürünüdür sözleri gerçeği yansıtmamaktadır.

İkinci Dünya Savaşı bütün hızıyla devam ederken, yaptığı anlaşmalarla tarafsızlığını yitiren Türkiye yine de savaşın dışında kalmak için mücadele etmiştir

Biraz geriye gidecek olursak; Churchill, 8 Kasım 1942'de Stalingrad'ın Alman kuşatmasından kurtarılmasından sonra Türkiye'nin 1943'ün baharında savaşa girmesi için vaktin geldiğine inanarak 30 Ocak 1943'te Adana'ya gelir, İnönü ile görüşür ancak umduğunu bulamaz. Churchill 11 Aralık 1943'te ABD Başkanı Roosevelt ile Tahran dönüşü Kahire'ye uğrayarak İsmet İnönü ile bir görüşme daha yapması neticeyi değiştirmez, bu durum da müttefiklerin hoşuna gitmemiştir.

Diğer taraftan 1943 yılına gelindiğinde, zayıflayan ve yer yer geri çekilen Almanya'ya karşı, Türkiye'ye yeniden savaşa katıl baskıları yapılmaya başlanmıştır. Türkiye'nin bu baskılara aldırmamazlık göstermesi müttefiklerle ilişkilerin bozulmasına neden olunca, Türkiye daha fazla ileri gitmeme adına ve bozulan İlişkileri yoluna koymak için bâzı adımlar atmaya karar verir.

Attığı en önemli adım ise 2 Ağustos 1944'te Almanya ile diplomatik ilişkileri kesmesi ve ABD'nin Ankara Büyükelçisi Steinhardt'ın 28 Aralık 1944 tarihinde Dışişleri Bakanı Hasan Saka ile yaptığı görüşmede, müttefiklerin Türkiye'nin Japonya ile olan siyasi ve iktisadi ilişkilerini kesmesini istediklerini söylemesi üzerine de 6 Ocak 1945 tarihinde Japonya ile diplomatik ilişkilerini kesmesi olmuştur. Böylece önemli bir adım atmış olduğu gözlemlenmiş ve bu adım müttefikler nezdinde olumlu karşılansa da yine de Sovyetler Birliği bunu yeterli bulmamıştır.

Çünkü Sovyet lideri Josef Stalin, Türkiye'nin doğrudan Almanya'ya savaş açmasını ısrarla istemektedir. Eğer bu adımı atmayacak olursa, yaptığı anlaşmaların feshedilerek kendi başına bırakılmasını istemektedir. Türkiye'nin kendi başına kalması demek, doğrudan Sovyetler'in hedefi olmak demektir.

Sovyetler bu arada zâten Türkiye'ye gözdağı vermek için 1944'ün Eylül'ünde hemen yanı başımızda bulunan Bulgaristan'a girerek işgâl etmiş, yetmemiş orada bir de komünist rejim kurmuştur. Bu durum Türkiye'yi oldukça tedirgin etmiştir.

Ayrıca bir de 4-11 Şubat 1945 tarihinde Rusya, ABD ve İngiltere arasında yapılan Yalta liderler Konferansında Birleşmiş Milletler Cemiyetinin San Fransisko'da kurulma kararının alınması, Birleşmiş Milletler'e kurucu üye olmanın birinci şartının ise 1 Mart 1945 tarihinden önce Almanya ve Japonya'ya savaş açmak olduğu şartı getirilmesi, Türkiye'yi dönülmesi zor bir viraja getirmiştir. Üstelik Sovyetlerin Türkiye'den toprak talebi ile Boğazlarda üs istemesi Türkiye'nin, bölgesel paylaşım düzenlemelerinde kendisi aleyhine kararlar alınması endişesini artırmıştır.

Türkiye karar aşamasındadır. İsmet İnönü toplantı üstüne toplantı yapar. Bütün Hükümet diken üstündedir. Sabahlara kadar süren toplantılar sonrasında Birleşmiş Milletler'e kurucu üye olma konusu Türkiye'yi savaşa girme noktasında mecbur bırakır.

Ve sürenin dolmasına 6 gün kala yâni 23 Şubat 1945 tarihinde Türkiye, Almanya ve Japon İmparatorluğu'na savaş ilân etmeye karar vermiştir. Savaş ilânı, özel oturumla toplanan TBMM'de Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun yaptığı konuşmada verilen önergeyle gündeme gelmiş, yapılan oylamada oybirliğiyle kabul edilen karar derhal Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Böylece 23 Şubat 1945'te Türkiye resmen müttefiklerin yanında savaşa girmiş olur. Ancak Türkiye askeri çatışmalara doğrudan katılmamış, müttefiklere malzeme tedariki ile sınırlı kalarak Japonya ve Almanya'ya politik ve ekonomik ambargo uygulamıştır. Bu ambargonun başında Almanya'ya yapılan krom ihracatının durdurulması gelir. Savaşta kullandığı hemen her malzemenin hammaddesi konumunda olan krom Almanya'nın can damarıdır ve bu damar Türkiye tarafından kesilmiş olur.