Yavuz'un Osmanlı-Türk Ordusuyla Halep, Hama, Humus, Şam ve Kudüs-ü Şerife girmesi (30 Aralık 1516)
HALİT KANAK
Yavuz Sûltân Selim Hân; 60 bin kişilik cengâver ordusuyla, Anadolu'yu şiileştirme çalışmalarında ciddi tehdit oluşturan Safevî'lere destek verdiği için Zenbilli Ali Cemâli Efendi'den alınan fetva ile 80 bin askerden oluşan Memlük Ordusunu Merc-i Dâbık'ta sağ ve sol kanatları birleştirmek sûretiyle 8 saat içerisinde imha ettiğinde, Sûltân Kansu ile Suriye Nâibi Şaybek muharebe alanında kalmışlar, başta Hayrbey olmak üzere pek çok ordu komutanı esir düşmüştü. Fakat en önemlisi Abbasi Hânedânından İslâm Halifesi sıfatı taşıyan III. Mütevekkil'in de esirler arasında olmasıydı.
Bu zaferden 4 gün sonra dünyanın en büyük şehirlerinden ve en işlek ticaret merkezlerinden biri konumundaki Haleb'e giren ve burada 18 gün kalan Yavuz Sûltân Selim Hân için Halep'te İslâm Halifeliğinin Abbasiler'den Osmanoğulları'na devredilme merasimi yapılmış, 766 yıldan beri Abbasiler'de olan halifelik Osmanoğullarına geçmişti.
Zekeriya Aleyhisselam'ın da medfûn bulunduğu Halep Ulu (Emevî) Camiinde cuma namazında Yavuz adına ilk hutbeyi okuyan hatip efendi, yine âdet olduğu üzere halife adından bahsederken "Hâkimu'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn" yâni "Mekke ile Medine'nin hâkimi" diye okumuş, ancak hutbeyi dikkatlice takip eden Yavuz'un müdâhelesiyle "Hâkim" kelimesini "Hâdim" olarak düzeltmek zorunda kalmış, bundan sonra da bütün İslâm topraklarında hutbe "Mekke ile Medine'nin hâkimi" şeklinde değil, "Hizmetkârı" şeklinde okunmuştur.
Haleb'i Kuzey Suriye Beylerbeyliği'nin merkezi yaparak Karaca Paşa'yı da ilk Beylerbeyi olarak atayan Yavuz, Çömlekçizâde Kemal Çelebi'yi de kadılığa getirdikten sonra hızla güneye doğru indi. Önce Hama'ya girdi. Güzelce Kâsım Bey'i sancakbeyi atadı. (İstanbul'da Kasımpaşa semtine ismini veren Paşamız) Sonra da Humus'a yöneldi. Yolu ordusuyla birlikte iki günde kateden Yavuz, Humus'ta da Ihtıman-Oğlu'nu sancakbeyliğine getirdi. Büyük Cihangir'in bir sonraki hedefinde Şâm-ı Şerif vardı. Altı gün sonra Yavuz Sûltân Selim Şam kapısındaydı.
27 Eylül 1516 Cumartesi günü Şam'a geldi. Ertesi gün Ramazan-ı Şerif başlayacaktı. Şam'da 2 ay, 18 gün kaldı ve bütün bölge fütuhatını buradan yönetti. İlk cuma hutbesi Ramazan'ın 6'sında 3 Ekim'de Yahya Aleyhisselam'ın türbesini de içinde barındıran Şam Emevî Camiinde yine Yavuz adına okunmuş, birde merâsim yapılmıştı.
Bu arada Yavuz'un talimatıyla Filistin fethedilerek Kudüs de Osmanlı topraklarına katılmıştı. Fakat Yavuz, Filistin'nin daha güneyindeki Sina'ya kadar inilmesini, Mısır'ın kapısı konumundaki Sina Yarımadasının temizlenmesini istiyordu. Çünkü nihâ-i hedefinde Mercidâbık'ta yendiği Kansu Gavri'nin yerine yiğeni Tumanbay'ın geçtiği Kâhire vardı.
Ancak öncelikle fethettirdiği, içlerinde Kudüs-ü Şerif'in de bulunduğu topraklarda idâri yapıyı kurması gerekiyordu. Kudüs Sancakbeyliği'ne Evrenosoğlu İskender Bey'i, Gazze Sancakbeyliği'ne ise Gazze'yi bizzat fetheden Uzguroğlu İsa Paşa'nın oğlu Mehmed Bey'i atadı. İki önemli Akıncı Bey'in Sancakbeyliği'ne atanması hedefin ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu.
Kâhire'nin kapısı sayılan Sina Yarımadası girişini 10 bin kişilik bir kuvvetle ünlü Memlük Komutanlarından Canberdi Gazâli tutuyordu. Yavuz, bu kapıyı aralamak üzere Veziriâzâm Sinan Paşa'yı 5 bin tımarlı sipâhi ile Gazze'ye gönderdi. Gazze'nin yeni Sancakbeyi Mehmed Bey 2 bin gözüpek akıncısıyla Sinan Paşa'ya dâhil oldu. Yanlarında birde topçu taburu bulunuyordu.
Gazze'nin güneybatısında Gazze ile Refah arasında ismini Yavuz'un yanındaki vezirlerden Yunus Paşa'dan alan Han-Yunus Kasabası yakınlarında iki ordu karşılaştı. Sinan Paşa'nın yönettiği Osmanlı-Türk Ordusunun sağ kanadında Teke (Antalya) Sancakbeyi Ferhat Bey, sol kanadında Gazze Sancakbeyi Mehmed Bey birliklerinin başındaydılar.
21 Aralık 1516 sabah saatlerinde başlayan savaş, her iki tarafın da kahramanca vuruştuğu dişe diş bir mücâdelenin ardından ikindiye doğru bittiğinde Memlük Ordusunun 9 bini yâ savaş meydanında kalmış, ya da esir edilmişti. Canberdi elindeki bin atlıyla arkasına bakmadan Kahire'nin yolunu tutmuştu.
Memlük Ordusundan arta kalan ve Hama tarafında dolaşan bir grup asker Vezir Yunus Paşa'nın dâvetiyle savaşmadan Osmanlı saflarına katıldığından bölgede mukavemet edecek güç kalmamıştı. Yavuz artık çok arzu ettiği Kudüs-ü Şerif'e gidebilir, şükür secdesini orada yapabilirdi. Beklemeden Şâm'dan güneye doğru hareket etti.
Takvimler 30 Aralık 1516 Salı'yı gösterdiğinde Yavuz Sûltân Selim Hân da hayâlindeki Kudüs'e gelmişti. 1917 yılına kadar 400 yıl Osmanlı Devletinin bir parçası olarak huzur içinde yaşayacak olan İslâm Beldesi, ilk Kıblemiz, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Mirâç hadisesinde ziyaret ettiği ve namaz kıldığı kutsal mekânımızın olduğu Kudüs-ü Şerif'teydi işte.
Yavuz'u, başta çiçeği burnunda Sancakbeyi Evrenesoğlu İskender Bey olmak üzere Kudüs'ün bütün ruhanîleri şehrin dışında büyük bir tâzimle karşıladılar. Müslüman ahâli de yollara dökülmüştü. Yavuz, şehrin tam karşısında kurulan otağına geçti ve şehrin ileri gelenlerini burada kabûl etti. İlk olarak Kudüs'ün ismini değiştirerek "Kudüs-ü Şerif" yaptı.
Ardından, Kudüs'ün ilk fâtihi Hz. Ömer'in Kudüs'teki ruhâni liderlerlerden Rum Patriği Sophronios'a ve Ermeni Patriği olarak atanan Abraham'a verdiği ferman gibi Yavuz da Kudüs Rum Patriği Attalia'ya ve Ermeni Patriği III. Serkis'e birer ferman verdi. Fermanda;
"Emr-i şerîfim mûcibince 'amel her kim bir gayr-i şekl iderse ve bozarsa Allahu te'âlânın kılıcına uğrasın. Bi avnillâhi te'âlâ ve Resûlihi habîbi Kuds-ı Şerîf den Beytül-lahma gelüp Saferülhayrın yiğirmi beşinci gününde feth-i bâb olınub Rum keferesine patrik olan Attalia nâm râhib cümle râhibân ile ma'ân re'âyâ ve berâyâ gelüb itâ'at ve ricâ ve temennâ kılmışlardır kadîmden vâkı olan kilise ve manastırları ve ziyâretleri ve içerü ve taşrada kadîmden ne minvâl üzere zabt u tasarruf idegelmişler ise ol minvâl üzere mezbûr patrik dahî zabt u tasarruf eyleye ve Hazret-i Ömer radiyallâhu anh hazretlerinden olan 'ahidnâme-i hümâyûn ve selâtîn-i mâziyyeden olan evâmir-i şerîfeleri mûcibince zabt u tasarruf eylemek içün deyu buyurdum ki, "
şeklinde devam etmiş ve bu fermanlarla Yavuz, hem Ermeni, Rum ve diğer azınlıkların haklarını korumaya almış, hem onların diğer mezhep mensuplarının ve azınlıkların haklarına müdahale etmesini engellemişti. Ayrıca, Hicri 923 tarihli bu fermanda, hristiyanların tasarruflarına bırakılan yerlerde bir bir sayılmıştır. Buna göre;
"Hükm-ı şerîfe mûcibince zabt u tasarruf eyleye Kamame kapusu karşusunda ve kıble tarafında mugtesil kadîmi iki şem'dan ve kandiller ve yine mahall-i mezbûrda vâkı' patrikliğe tâbi' gulgule üzerinde dört kemerin aşağısı ve yukarusı ve Sitti Meryem üzerinde yedi kıt'a kemerler zîr ve bâlâsı ve kilise-i kebîr ortası ve türbesi ma'ân cümle ziyâretleri ve taşra Kamame havlısı üç kiliseleri ve karşusuna Kilise-i Mar Yuhanna ve patrik mütemekkin olan evlerde kilise olan Elene dimeğle ma'rûf ve Mar Tekilla ve Sitte Yani ve Mar Eftimiyos ve Mar Mikail ve Mar Yorgi ve Mar Yuhanna ve Yakmiya ve Mar Vasil ve Mar Nikola ve Mar Dimitri ve Sitti Meryem ve diğer Mar Yuhanna ve diğer kilisesi ve Mar Yakub, Mar Yorgi nâm kiliseleri ve Kuds-ı Şerîf taşrasında Meryem Ana makberesi"
diye devam eden fermandan anlaşılacağı üzere; Kudüs'te Hristiyanlar için kutsal sayılan başlıca yerler; Kamame (Kıyâmet) Kilisesi, Beytüllahm Kilisesi, Mağaratü'l-Mehd, Hacerü'l Mugtesil, Hz. İsa'nın mezarı ve Sıtt-i Meryem Makberi'dir.
Bu Kutsal Yerler, bir cemaate has olmayıp başta Rum, Ermeni, Süryani, Kıpti ve Habeş cemaatleri arasında paylaştırılmıştır. Yâni kiliseler içerisinde her bir cemaatin yeri vardır. Kamame Kilisesi'nin ve Beytüllahm Kilisesi'nin Rumların tasarruflarında olduğunu belirten tabirler kullanılmışsa da bundaki amaç bu iki kilise içindeki Rumlara bırakılan ayrı yerlerdir.
Çünkü Kamame ve Beytüllahm Kiliseleri bir cemaate has kiliseler olmaktan ziyade içinde birçok cemaati barındıran ve her hristiyan cemaatin, içinde kendilerine ait bölümleri bulunan kiliselerdir ve bunların anahtarları Salahaddin Eyyubi tarafından dış koruması Türk mercilerde olmak şartıyla açma-kapama ve taşıma işlerini yürütmesi için Kudüs'ün iki müslüman ailesi, Judeh ve Nuseybehler'e verildi.
Asırlar boyunca kiliseyi bu müslüman aileler açıp kapatmaya devam etmektedir. Bugün dahi, anahtarları taşıyan ailenin ferdi Adeeb Joudeh ve açma-kapama işini yapan Wajeh Nuseybeh bu işleri yürütmektedir. Wajeh Nuseybeh sabah dörtte açtığı halka ait kilise kapısını akşam sekizde kapatmaktadır.