Vefât yıldönümünde Sûltân II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Hanımsûltân (10 Ağustos 1960)

Osmanlı hânedânı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924 günü kabûl ettiği 431 sayılı kânûn uyarınca, Türkiye sınırları dışına çıkarılacaktı. Hânedan erkeklerine 72 saat, kadınlarına 10 gün süre verilmişti. Halife Abdülmecid Efendi ise daha o gece İstanbul emniyet müdürü ve valisi tarafından yola çıkarılarak mâiyeti ile birlikte Çatalca'dan trene bindirilmişti.

Vatandaşlıkları ellerinden alınan ve dönüşü olmayan gurbet yolculuğuna çıkarılan Hânedan üyelerinin yanlarında taşıyabildikleri kadar özel eşyaları vardı. Gitmek istedikleri ülkeye göre biletler yalnızca gidiş olarak düzenlenmiş, ellerine geçici pasaportlar verilmişti.

Bir kısmı, sürgüne gönderilmek üzere Sirkeci Tren Garına getirilmişti. Bindirildikleri trenin üzerinde hareket ettiği raylar, döşenme aşamasında iken Topkapı Sarayı'nın bahçesinden geçmesine itiraz eden Dîvân Üyelerine Sultân Abdülaziz; "Yeter ki bu proje yapılsın da isterse raylar sırtımdan geçsin" diyerek onay vermişti.

Sürgünden nasibini alanlardan birisi de Sûltân İkinci Abdülhamid'in kızı Ayşe Hanımsûltândı. Gerçi bu onun ilk sürgünü değildi. İlkini babası ile birlikte gönderildiği Selanik'te yaşamıştı. Buradaki sürgün yılları 3 yıl, 6 ay, 3 gün sürdükten sonra 1912 Yılı Ekim Ayı'nın son gününde İstanbul'a dönmüşlerdi. Hânedan üyeleri ile birlikte İkinci sürgüne 1924 yılında gönderildi. 28 yıl yaşadığı Paris'te bütün aile gibi o da elem dolu günler geçirdi.

Türkiye çok partili dönemle tanışınca, hânedan üyelerinin yurtdışında çeşitli ülkelerde, özellikle hanımların sıkıntılar içerisinde yaşamaları 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes'in gündemindeydi. Hânedan üyesi hanımların yurda dönmeleri için af çıkarılması için kânûn teklifi hazırlattı. Meclisten geçen kânûn teklifi 16 Haziran 1952'de yürürlüğe girince Ayşe Sûltân da annesi ile birlikte İstanbul'a döndü. Hakları iade edildiği gibi yeniden Türk vatandaşı oldu

Dünyaya geldiği 15 Kasım 1887'de babası Sûltân Abdülhamid Hân tarafından kulaklarına salâ ve ezan okunmuş, ismi Ayşe konmuştu. Özenle büyütüldü iyi bir eğitimden geçti. Onun mûsikiye olan aşinâlığı ön plana çıkınca iyi öğretmenlere teslim edilerek piyano, keman, arp (Yere dik olarak konulan ve elle çekilip bırakılan 47 telli bir çalgıdır. Her teli üç ayrı ses çıkarabilmektedir) çalması öğretildi. Bu da bâzı besteler yapmasına vesile oldu.

9 Ağustos 1911 yılında Ahmet Nâmi Bey'le evlendi. Bu evlilikten Ömer Nâmi ve Osman Nâmi Beyler dünyaya geldi. Ömer Nâmi Bey 1933 yılında, Osman Nâmi Bey 15 Temmuz 2010 yılında vefât ettiler. Abdülhamid Hân hayatta iken doğan son torun Osman Nâmi Bey'in cenâzesi Cumhurbaşkanımız ( O zamanlar Başbakandı) Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı törenle 17 Temmuz'da İstanbul'dan kaldırılmış ve Çemberlitaş'ta dedesi Abdülhamid Hân'ın Türbesinin bahçesine defnedilmişti.

Dünyanın değişik yörelerine dağılmış, herbirinin ayrı bir hikâyesi olan hânedan üyeleri de bir bir dünyadan göç ediyorlardı. Sürgünde Rahmet-i Rahmân'a kavuşan kişilerden bir tanesi de amcası Sûltân Vahideddin idi. 16 Mayıs 1926 tarihinde İtalya San Remo'da yokluklar içinde vefât edince cenâzesi ortada kaldı. Türkiye'ye dirisi giremiyordu, ölüsü de giremedi. İngiltere'nin baskısıyla çoğu işgâl altındaki diğer İslâm devletleri de cenâzesini kabûl etmiyordu.

İşte tam bu sırada 18 gün önce 28 Nisan 1926'da Suriye'de çok önemli bir gelişme olmuş, Fransa manda idaresi altındaki Suriye'de Fransa Yüksek Komiserliği tarafından Ahmed Nâmi Bey Cumhurbaşkanlığına getirilmişti.

Ahmed Nâmi Bey Sultân Abdülhamid Hân'ın eski damadı olması sebebiyle çok tanıdık bir isimdi. Yâni, Ayşe Sûltân'ın eski eşi ve çocuklarının babası Ahmed Nâmi Bey Suriye'de Cumhurbaşkanlığına getirilmişti. Bu açıkça İlâhî bir emrin tecellisiydi. Çünkü sürgündeki son Osmanlı Padişahı Sultân Vahideddin'in eceli yakındı ölmeden önce cenâzesi ortada kalmaması için Allah-û Teâlâ öyle murad etmişti.