II. Murad'ın Şehzâde Mehmet'le (Fâtih) kazandığı 2. Kosova Zaferi (19 Ekim 1448)

Macar Hunyadi Yanoş (Janos Hunyadi) ile birlikte birkaç yüz firari asker dışında, çok iyi eğitimli zırhlı 50 koruma şövalyesi ile birlikte Kral Ladislas'ın da öldürüldüğü Türk'lere karşı yapılan 5. Haçlı seferinin üzerinden henüz 4 yıl geçmişti ki intikam ateşiyle yanan Haçlılar yine Hunyadi Yanoş'un kışkırtmasıyla Türk'lere karşı 6. Haçlı seferini organize ettiler.

Bu sefere ölen Kral Ladislas'ın yerine kral nâibi olarak Hunyadi Yanoş başkomutanlık yapıyordu. 100 bini aşan sayılarıyla bu kez daha kalabalık geldiler. Almanya, Macaristan, Polonya Krallığı (Lehistan), Sicilya, Eflâk (Romanya), Boğdan (Moldova), Bohemya Prensliği, başı çekiyordu. Sırplar Osmanlı'ya isyan etmeyi reddederek bu ittifaka katılmadıkları gibi Osmanlı-Türk Ordusunun yanında yardımcı birlik olarak yer aldılar.

Zafere giden yol, kirli haçlı ittifakının 4 yıl önce Varna'da perişan olmaları üzerine yeniden toplanarak olanca güçleriyle Türkleri Balkanlar'dan atmak üzere Türk tabiyetine giren Sırp Topraklarına girmeleriyle başladı.

Büyük bir haçlı ordusunun yola çıktığını Türk istihbaratçıları üzerinden an be an takip eden Sûltân II. Murad Hân, bu sırada yanında veliaht şehzâde Mehmed (Fâtih) olduğu halde Arnavutluk'ta isyan eden İskender Bey'le meşgûldü.

İsyancı İskender Bey'i cezalandırmak, işgâl ettiği Akçahisar'ı yeniden almak için Mora Seferi dönüşü yönünü 1447 baharında Arnavutluk'a çevirmişti. Yanında; 4 yıl önce 18 yaşında vefât eden büyük oğlu veliaht şehzâde Alaaddin Ali'nin yerine veliaht olan Şehzâde Mehmed de (Fâtih) vardı.

(İskender Bey; 1389'da yapılan 1. Kosova Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı haçlı ittifakı saflarında Akçahisar Prensi olarak savaşan ancak kaybeden dede Kastriota'nın torunu idi. Bu bölge Türk hakimiyetine girince Kastriota'nın çocukları ve torunları gibi İskender Bey'de Müslüman olmuş, özel eğitimden geçirilerek Sancakbeyliğine kadar yükselmişti. Fakat gün geldi, Morova Meydan Muharebesinde başında bulunduğu Türk Birliğini anlaşılmaz bir şekilde bırakarak kaçtı. Meğer peşini bırakmayan hristiyan devletlerin Arnavutluk Kralı yapacağız vaadine kanarak yeniden hristiyan olmuş, savaş meydanından kendine bağlı adamlarla beraber kaçarak önceleri dedesi ve babasının yönetim merkezi olarak kullandığı Akçahisar'ın yolunu tutmuştu. Küçük bir garnizonla Akçahisar'ın komutanlığını yapan Hasan Bey'e hazırladığı sahte fermanı göstermiş, Akçahisar'a yeni atandığını söyleyerek kaleye girmiş ve orada bulunan küçük Türk garnizonunu kılıçtan geçirdikten sonra da kendisini Arnavutluk Prensi ilân etmişti. Kurje Dağı'a yaslanmış yüksekçe bir yerde konumlanan Akçahisar Kalesi, günümüzde başkent Tiran'ın 20 km. Kuzeyinde, Adriyatik Denizine 37 kilometre mesafededir. İçinde İskender Bey müzesi, minaresi ile birlikte Fâtih Sûltân Mehmed Camii kalıntıları, Mustafa Baba Dollma Tekkesi, Türk Hamamı ile birlikte birde etnoğrafya müze bulunmaktadır...)

Ancak 100 binin üzerinde büyük haçlı ordusu da Türk topraklarına girmişti. İskender Bey'in bırakıp dağa çekildiği Akçahisar kuşatmasını kaldırdı. Emrindeki birliklerle haçlı ordusunu karşılamak için yola koyuldu. Akçahisar'dan 550 km. kuzeydoğuya yol katederek Sofya'ya gelince burada otağını kurdu. Burası Başkent Edirne'ye 300 km. mesâfede ve Avrupa yolu üzerinde olduğu için düşmanı karşılamak için en uygun yer diye düşündü. Haklıydı ancak haçlı ordusunu takip eden Türk istihbaratçılardan gelen bilgiler, Türklerin yanında yer aldığı için haçlı ittifakına katılmayan Sırpları cezalandırmak maksadıyla Sırp topraklarını çiğneyen ve tahrip eden Hunyadi Yanoş'un isyancı Arnavut İskender Bey'le buluşmak üzere güneye doğru indiği yönündeydi.

Sûltân Murad kendisinden 2,5 kattan daha fazla düşman ordusunun çokluğuna rağmen tereddüt etmeden bir an önce düşmanı yakalamak ve hesaplaşmak üzere harekete geçti. Haçlı Ordusunun kendiliğinden rastgele toplandıkları ve karargâh kurdukları yer büyük bir tevâfûk eseri 59 yıl önce büyükbabası 1. Murad'ın haçlıları perişan ettikten sonra şehit düştüğü Kosova sahrasıydı.

Sûltân II. Murad önce düşmana eriştiği için Rabbine şükretti, sonra iki rekat hâcet namazı kıldı ve muzaffer olmaları için uzunca bir duâ yaptı. Ardından Sûltân Alparslan'ın yaptığı gibi kendisinden çok fazla olan düşmana sulh için elçi gönderdi. Bu aynı zamanda Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz'in de sünneti idi.

Kendilerini çok üstün gören haçlı ordusu kumandanları sayıca üstünlüklerine güvenerek bunun kabûl edilemez olduğunu pervasızca belirttikleri gibi Hunyadi Yanoş da alaycı bir tavırla sulh teklifini kesin bir dille reddetti. Bu cevabı dinleyen Sûltân II. Murad şaşırmadı. Eli kılıcının kabzasını okşarken savaş düzeni talimatı verdi.

Türk komutanları ne yapacaklarını çok iyi biliyorlardı. Kimin nerede nasıl hareket edeceği en ince ayrıntısına kadar ezberlerindeydi. Harp Divânında bütün bunlar konuşulmuştu. 17 Ekim 1448 sabahı taraflar hazırlıklarını tamamlamış Kosova Sahrasında karşı karşıya gelmişlerdi. 3 gün 3 gece sürecek, savaş tarihinin en sert muharebelerinden birisi birazdan başlayacaktı.

Türk Ordusu sağ-sol kanatlar ve öncü kuvvetler olarak meydanda yerini almış, kendisine çok fazla iş düşecek olan Sinan Paşa'nın ihtiyat kuvveti ise biraz daha geride pusuda bekliyordu. Sağ kanatta Sarıca Paşa, sol kanatta Dayı Karaca Paşa (Varna Savaşında şehit olan Karaca Paşa ile karıştırılmamalı) birliklerinin başında tetikteydiler. Öncü kuvvete ise fırtına gibi esen akıncılarımız konuşlandırılmış, başlarında meşhûr Akıncı Beylerinden Mihaloğlu Hızır Bey, Turahan Bey ile İshâk Bey'in oğlu İsa Bey bulunuyordu. Heyecandan atlarının üzerlerinde duramıyor, sabırsızlıkla hünkarlarından gelecek emri bekliyorlardı.

Haçlı ordusu Hunyadi Yanoş tarafından 38 alaya ayrılarak dizayn edilmişti. Sağ kanatta Macar ve Sicilya alayları, sol kanatta Alman, Romen, Sloven, Çek, Slovak, Moldova Alayları yer alıyordu. Sayıca üstünlüklerine güvenerek ihtiyat kuvvet ayırmamışlar, üstelik Sûltân 1. Murad'ın torunu Davud Bey'i de yanlarında getirmişlerdi. Davud Bey, 1. Murad'ın âsi şehzâdesi Savcı Bey'in oğluydu ve haçlılar Türk Ordusunu muharebe meydanında ezdikten sonra Edirne'de Osmanlı tahtına onu oturtacaklardı. Akıllarınca her şeyi hesap etmişlerdi. Ancak Allah'ın hesabı bütün hesapların üzerindeydi.

Osmanlı tahtının veliaht şehzâdesi 16.5 yaşındaki Şehzâde Mehmed (Fâtih) dikkatlice yaşananları izliyor, bir süre önce babasının ısrarı üzerine abisi vefât eder etmez henüz 12.5 yaşında hükümdar olarak oturtulduğu Edirne Sarayında kafasına yerleştirdiği ve bütün ruhuyla kendisini hazırladığı Kızılelması İstanbul'un Fethini düşünüyordu.(Osmanlı Tahtında çocuk hükümdarı gören haçlı ordusu Osmanlı'yı Balkanlar'dan atmak üzere büyük bir orduyla geldiklerinde Genç hükümdar; "Eğer padişah biz isek emrediyorum gelip ordumuzun başına geçin, yok padişah siz iseniz gelip devletinize sahip çıkın" ifâdelerini içeren mektup yazınca II. Murad Manisa'dan gelerek yeniden tahta geçmişti.)

Allah korusun bu savaş kaybedilecek olursa Bizans'ı tarihe gömme projesi iptal mi olacaktı. Birden Allah Allah sesleri ile kendisine geldi, savaş başlamıştı. Bu sesler karışık düşüncelerden sıyrılmasına ve azminin artmasına neden olmuştu. Nâra sesleri-kılıç seslerine, at kişnemeleri-tekbir seslerine karışmıştı. Karşılıklı vuruşmalar, birbirlerine yüklenmeler arasında savaş kesintisiz olarak var olma ile yok olma arasında dişe diş geçiyordu.