İdil-Bulgar Türk Devletinin müslüman oluşu ve genel durumlarına bakış

İdil-Bulgar Türk Devletinin müslüman oluşu ve genel durumlarına bakış

HALİT KANAK

Silkey Hân'ın oğlu Almış Yalvatar Hân 920 yılında müslüman olunca, tavsiye üzerine dönemin en kıdemli müslümanı İslâm Halifesi Muktedir-Billah lakaplı Halife Mu'tazıd-Billâh'ın oğlu Halife Cafer'in adını alarak kendisine Cafer adını koydurdu. Üstelik ismini aldığı Halife'nin annesi Şağab Hatun da Türk idi.

Almış Hân müslüman olmakla kalmadı, Hazar Türklerinden Abdullah Başto'yu adını aldığı Abbâsî Halifesi Muktedir'e elçi göndererek kendisinden 20 yıl önce müslüman olan halkına İslâm'ı öğretecek din adamları ile câmi ve kale yapacak mimarlar istedi.

İdil-Bulgar Hükümdarı Almış Han'a halifenin mektubu ile 4000 dinarlık maddî yardım ve hediyelerini hükümdara bizzat verip gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen ünlü gezgin ve âlim İbnü Fadlan 2 Nisan 921 tarihinde Bağdat'tan yola çıkmış; Mehrevan-Deskere-Kirmanşâh üzerinden Hemedan'a, oradan devamla Rey-Damegan-Nişabur üzerinden Meşhed'e, sonra yine devamla Merv-Küşmeymen ve Amuderyâ Irmağının hemen kuzeyindeki Ferab yolunu takip ederek Buhara'ya ulaşmıştı.

Harezm üzerinden İdil bölgesine Bulgar Türklerinin topraklarına vardığında, Almış Hân'a ulaşıp görevini başarıyla yerine getirmekle kalmamış, gittiği uğradığı o coğrafyalarda yaşayan Türk Halkları hakkında önemli izlenimlerini kaleme alarak günümüze önemli bilgiler ulaşmasını sağlamıştır.

Özellikle Bulgarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Başkurtlar ve Hazarların yaşam biçimlerini; siyasî düzenlerinden-dinî inançlarına, ahlâk kurallarından-cenâze merasimlerine, yiyecek-giyeceklerinden evlenme geleneklerine, dillerinden-ekonomik durumlarına, vergi ve ticaret sistemlerinden-tabii özelliklerine dair yazdıkları oldukça dikkat çekicidir.

İbn Fadlan'ın, bütün bu gördüklerini ve duyduklarını dönüşünden sonra kaleme aldığı meşhûr seyahatnâmesi, asırlar sonra büyük âlim Türkolog Zeki Velidi Togan'ın 1923 yılında Meşhed'de bir kütüphanede bulması üzerine değerli bilgiler de gün yüzüne çıkmış oldu.

İbn Fadlân'ın eseri, XV. yüzyılda tarih sahnesinden çekilen ve bugünkü Çuvaşlar'ın dedeleri olan Bulgar Türkleri hakkında önemli bilgiler verdiği gibi; Oğuzlar, Peçenekler, Başkurtlar ve Hazar Türkler'in de tek tanrı inancının yaygın olduğundan ve ahlâkî temizliklerinden bahseder. Bulgar Türkleri'ne ait kısımda ise zina eden erkek ve kadınların öldürüldüğünü ve hırsızların da zina edenler gibi cezalandırıldığını haber verir.

"Bulgar" ismini taşıyan Bulgarlar'ın başkenti, Kama Nehri'nin, İdil (Volga) Nehri'ne döküldüğü yerin güneyinde nehire birkaç km. mesâfede bulunur. Günümüzde ise Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nin içinde yine aynı isimle anılmaktadır. (Kama'nın kesiştiği yerin kuzeyinde ise Kazan şehri yer alır.)

Bulgar kolonileri ayrıca Kama Nehri'nin bir kolu ve 1.300 km. uzunluğundaki Vyatka Irmağı boyunca görülmekteydi. Bulgarlardan başka da Başkurtlar gibi yoğun Türk nüfus yaşamaktaydı. Ayrıca bölgede Arkhangelsk'in bulunduğu Beyaz Deniz'in körfezine kadar, yâni Kuzey Buz Denizine kadar gidip kürk ticâreti yaparlardı. Bulgarların dışında Yakutlar'dan başka kuzeye giden Türk Boyu yoktu. Dericilik sanatı da Bulgarlar arasında çok gelişmişti. Bulgar çizmeleri Türkistan'da çok itibar gördüğü gibi, Bulgari denilen meşinler en çok aranılan ürünlerdendi.

Bununla beraber; bal, enteresan bir şekilde fındık, canlı hayvanla birlikte, zırh ve kılıçta en çok sattıkları mallardandı. Ticaretin canlılığı Bulgar şehri ile 40 km. güneybatısındaki Suvar şehirlerinin nüfusu 200 bine dayanmıştı. İstanbul hariç hiç bir hristiyan dünyasında bu kadar nüfus barındıran şehir yoktu. Ayrıca yine doğusunda ki Biler ve İbrahim şehirleri önemli merkezlerdendi.

Bulgarlar İslâm Dinini çok benimsemişler ve candan yaşamaya gayret ediyorlar, hatta hiç tâviz vermiyorlardı. Öyle ki henüz Slavlaşmamış İskandinav kavmi Rus'lara 986'da elçiler göndererek büyük Rus Prensi Vladimir'i İslâm'a dâvet ettiklerinde Ruslar İslâm'a girmek istemişler, fakat şarap ile domuz etini bırakmaya yanaşmamışlardı.