23 Mart 625 Cumartesi Uhud Muharebesi ve Okçular Tepesi

23 Mart 625 Cumartesi Uhud Muharebesi ve Okçular Tepesi

HALİT KANAK

O güne kadar kimsenin görmediği bir yabancı Kûba Mescidi kapısına kadar sokulmuş, her an dışarı çıkması beklenen Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemi bekliyordu.Günlerden cumartesi ve Ramazân-ı Şerif'in son günü bayram arefesiydi. Kûba Mescidi Efendimiz'in 14 gün kalarak yaptırdığı ilk mescid. Cumartesi günleri mutlaka ziyaret eder ve orada namaz kıldırırdı.

Kâinatın Efendisi (s.a.v.) kapıdan gözükünce birkaç adım atarak elinden hiç bırakmadığı ağzı mühürlü mektubu büyük bir edeple uzatarak, "Efendim, amcanız Abbas bin Abdülmuttalib gönderdi diyebildi. Peygamber Efendimiz mührü tanımıştı. Bana Übey bin Kâ'b'ı çağırın" buyurdu. Übey, Efendimiz'e vahiy kâtipliği yapan ilk Medineli Müslüman ve aynı zamanda Resûl-i Ekrem'in sır kâtibi olduğu için ona gelen mektupları okur, gönderilecek mektupları yazardı.

Heyecanla huzura gelen Übey, Allah Resûlünün okuması için verdiği mektubu tane tane okudu. Mektup çok önemli bilgiler içeriyordu. Mektupta Hz. Abbas (r.a.), Kureyş'in Ebû Süfyan komutasında büyük bir orduyla Medine'ye doğru yola çıktığını kaç kişi olduklarını, kaç deve, kaç at, ne kadar zırhlı asker ve müşrik ordusunda hangi kabileler bulunduğunu bütün teferruatıyla anlatıyordu.

Bilindiği gibi Hz. Abbas (r.a.), Bedir'de esir düştükten sonra Müslüman olmuş ve Medine'de kalmak istemişti. Fakat Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) onu, olup bitenleri habervermesi için bir çeşit istihbaratçı olarak Mekke'ye göndermiş ve Mekke'nin Fethine kadar da orada kalmışlardı.

Peygamber Efendimiz vakit kaybetmeden; zaman zaman istişâre ettiği, hitâbetinin güzelliğinden ve akıllıca cevaplar verdiği için gelen heyetlere sohbetle görevlendirdiği Sa'd bin Rebî'nin evine giderek bu durumu kendisiyle müzâkere etti. Bu istişâre sonrasında önce Medine çevresinde nöbetçi sayısını artırdı. Ardından savaş hazırlıklarını başlattı

Hazırlıklar bittiğinde sadece muharebe şekli nasıl olmalıdır konusu kalmıştı. Efendimiz Şevvalin altıncı günü cuma namazından önce ashabı ile bu konuyu istişâreye açtı. Sorulan soru, Şehirde kalarak müdafaa savaşı mı yapalım, yoksa düşmanı açık alanda bekleyerek meydan savaşı mı verelim" şeklindeydi.

Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz arasında iki görüşü de benimseyenler oldu. Kalabalık düşman karşısında daha temkinli davranan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sâ'd bin Muâz gibi tecrübeli olan Eshâb'ın ileri gelenleri şehirde kalalım gerekirse sokak savaşı vererek düşmanı imha edelim derken; Bedir'de bulunamamış, fakat Bedir'in ne kadar faziletli ve üstün olduğunu dinledikçe kalbi cihâd aşkıyla yanan daha genç sahabeler meydan savaşı verelim ısrarında idiler.

Hazreti Hamza, Sa'd bin Ubâde, Nûman bin Melik gibi sahabeler ise, Evs ve Hazrec Kabilelerinin pek çoğu gibi gençlerden yana duruyorlardı. Hazreti Peygamber ile ashabının Kûba'da bulundukları günlerde suyunu içtikleri Gars Kuyusunun sahibi Hz. Hayseme de, Hz. Hamza'yı destekleyenlerin arasındaydı.

Hâlbuki bu istişâreden önce Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendi görüşünü gördüğü bir rüyâyı paylaşarak belirtmişti. Efendimiz; rüyâda gördükleri sığırın boğazlanmasını bu savaşta çok kimsenin öleceği, kılıcı Zülfikarı yere vurunca ağzında çentik açılmasınıyakın akrabalarından birisinin şehid olacağı ve kendisinin yaralanacağı, yine gördüğü koçun düşmana, üzerindeki zırhın Medine'yi, ellerini zırhının içine çekmesini ise Medine'nin müdâfaaya elverişli bir yer olduğu şeklinde tâbir etmişti.

Buna rağmen istişâreden, şehrin dışında meydan savaşı verelim diyenler fazla çıkmış, bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu görüşe uygun hareket edilmesini buyurmuştu.

Bu arada; müşriklerin üç gün kaldıkları Zülhuleyfe vadisinden hareket ederek, Urayz bölgesindeki hurmalıklar ve ekili arazilere zarar verdikten sonra Ebvâ'ya geldikleri istihbaratı bu iş için gönderilen hem Enes ve Musa kardeşler tarafından, hem de iyi bir savaş strateji uzmanı Hubâb bin Münzir tarafından Peygamber Efendimiz'e iletiliyordu.

Bu bilgileri alan Allah Resûlü vakti gelen Cuma namazını kıldırmak üzere yavaşça doğruldu. Yine yavaşça çıktığı minberden okuduğu hutbede, "Sabır ve emre itaatin zaferi getireceği" konusunu buyurdu. Namaz bitiminde hazırlıklar son kez gözden geçirildi. İkindi namazının ardından Efendimiz yanlarında Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer oldukları halde Hâne-i Saadetlerine çekildiler ve onların yardımıyla zırhını giyinmeye başladılar.

Bu sırada; dışarıda bekleyen sahabeler, acaba Kâinatın Efendisini meydan savaşı noktasında çok mu zorladık diye pişmanlıklarını dile getirmeye başlamışlardı ki, Allah Resûlü (s.a.v.) üzerlerinde zırhı, bellerinde geniş meşin kemeri, sırtlarında kalkanı ve ellerinde kılıcı Zülfikar olduğu halde kapıdan gözüktüler.

Usseyid bin Hudayr'in bir adım öne çıkarak; "Ey Allah'ın Resûlü sizin istemediğiniz bir şeyi yapmak bizim ne haddimize, şerefli tercihiniz ne ise biz ona uyarız" şeklindeki pişmanlık sözlerine Kâinatın Efendisi verdiği cevapla şöyle buyurdu. "Bir Peygamber zırhını kuşandıktan sonra savaşmadan onu çıkarmaz."

Ve Muhacirlerin Sancağını Hz. Ali'ye, Evs Kabilesinin Sancağını Sa'd bin Ubeyde'ye, Hazrec Kabilesinin Sancağını Hubâb bin Münzir'e vererek sancak taksimi yaptı yola koyuldu. Hedefinde Uhud Dağı vardı. Geride yaşlı, çocuk ve kadınlar ile yerine Vekil olarak bıraktığı Abdullah bin Ümmü Maktûm kalmıştı.

Nescin denilen bölgeye geldiklerinde Allah Resûlü orduyu teftiş ettiler. Burada çocuk yaşını aşmak üzere olanlardan Zeyd bin Sabit, Abdullah bin Ömer, Es'ad bin Zübeyir, Ebû Said'i Hudrî, Berâ bin Âzib, Üsâme bin Zeyd, Avâne bin Evs'i Şehirde kalan kadınları, yaşlıları koruma vazifesini size veriyorum diyerek gönüllerini almış ve Medineye göndermişti.

Ancak Râfi bin Mâlik, Hz. Zübeyr'in çok güzel ok atar referansıyla orduda kalmış, Semüre bin Cündeb de "Her zaman güreşte Râfi'yi yeniyorum" diye kendisine fırsat verilmesini istemişti.Bu isteği yerine getirildi. Peygamber Efendimiz büyük insanlara gösterdiği önemi bu çocuklara da göstererek onları tebessümle güreştirmiş ve böylelikle gâlip gelen Semüre de orduda kalmayı başarmıştı.

İslâm Ordusu yoluna devam etti. Akşam namazını Şeyheynde kıldılar ve burada gecelediler. Muhammed bin Mesleme aldığı emir gereği oluşturduğu 50 kişilik muhafız bölüğüyle nöbet tutuyordu. Bu arada Müslümanların Şeyheynde gecelediğini duyan müşrikler, Ebû Cehil'in oğlu İkrime komutasında bir birliği baskın için gönderdilerse de konaklanan yerin engebeli oluşu ve muhafız bölüğünden dolayı saldıramadan geri çekildiler.

İslâm Ordusu, sabah namazında Uhud'a gelmişlerdi ki beklenmeyen bir şey oldu. Abdullah bin Übey, Medine'de kalarak şehir savaşı verilmediğini bahane ederek, huzursuzluk çıkardı ve 300 arkadaşını alarak kimseyi dinlemeden Medine'ye döndü. Böylece 1000 kişilik ordu 700 kişiye düştü, ama münâfıklardan arınmış oldu. Bir müddet sonra da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orduyu savaş düzenine soktu.

Sırtlarını, "Biz Uhud'u severiz, Uhud bizi" diye buyurduğu 8 bin metre uzunluğunda 720 metre yüksekliğinde ki Uhud Dağına verdiler. Safın bir ucu Uhud'da diğer ucuda hemen yakında bulunan Ayneyn Tepesine dayanmıştı. Bu tepeye özel seçtiği 50 kadar okçuyu yerleştirerek başlarına da Abdullah bin Cübeyr'i geçirdiler ve talimatlarını verdiler."Şu vadiden düşman atlıları arkamızdan dolaşarak bizi kuşatabilirler. Sakın onlara geçit vermeyin. Yensek de, yenilsek de kuşların bizi lime lime ettiğini görseniz bile ben size haber göndermedikçe yerlerinizi terk etmeyiniz."