Affetmeyecekmiş...

Türk siyasetinde durduğu yere ait olmadığı çok belli isimler var.

Mesela Lütfü Türkkan'ın "siyaseten" İyi Parti'ye katacak hiçbir şeyinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama siyasetin ucuz bir uğraş olmadığını biliyoruz... Ya da Hüda Kaya'nın HDP'de "Hüda Kaya" olarak bir fonksiyonu yok. Ama "o resmi tamamlayacak" başka kimse bulunmaz Hatta Ali Babacan'ın, tüzüğünde "şeffaflık, hesap verebilirlik, dürüstlük, çoğulculuk, katılımcılık, kurumsallaşma" gibi ifadeler yer alan Deva Partisi'nin başında olması bile komiktir. Sadece "Görünmüyordum ama tam göbeğindeydim" lafı yetmez mi bunu anlatmaya

Bu örneklerin membaı ise -bildiniz- CHP'dir.

Canan Kaftancıoğlu'ndan Yücel Taşkın'a, Rifkin'den adını hatırlamadığım ve bu yazıyı yazdığım gecenin üçünde arayıp bulmaya değer bulmadığım son danışmanına kadar, bir yerlere dirsek temasını sürdürebilmek için partinin içine sokulmayan kimse kaldı mı.

En "Kör kör gözüne parmağım" olanı ise "dağlara şirinlik" kadrosundan Sezgin Tanrıkulu...

Biliyorsunuz, PKK sıkıştıkça, Sezgin Tanrıkulu askere yönelik iftiralara sarılıyor.

Eh, "iliştirildiği" genel başkan, Erdoğan'ın sahte imzasını koyduğu belgeyi kameralara sallayabilen adam, "Bu ne rezillik" diyecek hali yok ya... Mesele sorulunca "TSK bizim gözbebeğimizdir" diyecek ama gözbebeğine iftira eden adama kınama cezası bile vermeyecek... Ya da partiden bir açıklama yapılacak, "Kabul edilemez" denilecek ve orada kalacak. Seçmen sandıkta sorarsa, "Kabul etmedik ya, daha ne istediniz" derler artık...

Ben, şeytana iş öğretmek gibi olmasın, iftiralarda sıranın "TSK köpekleri canlı bomba yapıp mağaralara salıyor"da olduğunu zannederken...

O tuttu, "Helikopterden 15 köylüyü attılar" dedi...

Fakat, bu sefer farklı bir şey oldu...

Seçimde "öküz öldü, ortaklık bozuldu" ya, CHP içinden de "Susuyoruz da ne oluyor" diyenler çıkmaya başladı. O yüzden Tanrıkulu da belki bu zamana kadarki (dikkat isterim, bu adamın CHP milletvekili olarak terörist cenazesine katılmışlığı var) en ağır eleştiriye muhatap oldu...

Ve ilk kez iftirayı atıp geri çekilmek yerine cevap vermeyi seçti...

Bakın, buraya kadar anlattıklarımın hiçbiri, benim için yazı konusu değil.

Fakat, Tanrıkulu'nun kendisi hakkında söylenenlere verdiği cevap, üzerine uzun yazılacak cinsten.

Tanrıkulu, "Dünkü açıklamalarımdan sonra bazı dijital platformlarda hakkımda ağır eleştirinin ötesine varan açıklamalar yapanyazan herkesle tek tek hukuk önünde hesaplaşacağım. Günü geldiğinde aman 'Özür dilerim, ben yanlış yaptım, affedin" vb. sözlerle lütfen karşıma gelmeyin" dedi.

Şimdi sen, kundaktaki bebeğe kurşun sıkmaktan çekinmeyen teröristlerin bile "Çatışma sonrası yakalanan iki örgüt üyesinin inen helikopterden piste düşmesi" diye anlatmak zorunda kaldığın olayı... "Örgüt üyesi"ni "köylü" ve "iki" sayısını da "on beş" yapıp, "Attılar" diyerek anlatıyorsun... Ve sonra, bu yaptığına karşı kullanılan herhangi bir ifadenin "ağır eleştirinin ötesi"ne varabileceğini mi söylüyorsun Tanrıkulu

Şu yaptığına karşılık söylenip de bırak "ağır eleştiri"yi aşmasını... "Dostun acı sözü" sayılabilecek ağırlıkta kelimeler bile benim bildiğim herhangi bir dilde yok.

Kanunen belki çok zorlansa bulunur ama ahlaken ve vicdanen kesinlikle yok.

Bu ülkede, askeri ya da sivili farketmez, herhangi bir devlet görevlisinin herhangi bir işini eleştirmek serbesttir... Haksız bir vatandaşa sesini yükseltmesi kadar küçük bir kusur bile olsa, onu eleştirmek haktır. Hatta milletvekilleri ve biz gazeteciler için mecburiyettir.