Onlar bizi affetsinler

Osman Yüksel Serdengeçti'nin 1965 yılında Yeni İstanbul gazetesindeki "selam" adlı köşesinde neşredilmiş olan "Onlar bizi affetsinler" başlıklı yazısı ile sizi başbaşa bırakıyoruz:Konya hapishanesinde onlardan bir Dr. Sadullah vardı ki... Allah'ım ne adamdı o Nasıl imandı ondaki! Adam hapishanede idi, fakat gül-gülistan içindeydi. Gülen gözlerle bakardı insana. Her şeyi unutuyordum onun yanında. Adam adeta teneffüs edilen bir şey gibiydi. Yanımdan bir ruh gibi uçuverip gideceğinden korkardım!.. Yanımdaki arkadaşa: Şu pencereleri kapat. Sonra doktor uçar gider bu demirlerin aralarından, demiştim. Fakat onun uçmaya, gitmeye niyeti yoktu. Bu kadar yüksek olduğu halde bizim gibi sürünenlerle beraberdi; bizi bırakmıyordu; kurtaracaktı o. Evet, Dr. Sadullah Nutku... Nurculuktan sanıktı. Karakola götürmüşler, dövmüşlerdi; bayılıncaya kadar. Kendine geldiği zaman zalimlerin affı için Allah'ına dua etmişti. Yarabbi bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen bunları affet, demişti. Tıpkı o yüce peygamber gibi. Bunları bana o anlatmıyordu. Başkaları anlatmıştı. Çünkü kendisi yoktu ortada. Silmişti varlığını. Fakat yok oldukça var oluyordu doktor, silindikçe biliniyordu. Kendini mesele haline getirenlerden değildi. Mesele o idi. O, yalnız o. Her zaman o. 1961'de Konya'dan seçimlere girmiştim ve propagandanın ikinci günü, bilâ sebep, bilâ tereddüt tevkif olunmuştum. İşte, doktorla o zaman, orada karşılaşmıştım. Beni gıyaben tanıyordu. İlk karşılaşmamızda, ilk hitabı şu oldu: "Gazamız mübarek ola!" Cevap vermedim; çok öfkeli ve hınçlı idim. O mütemadiyen yüzüme bakıyor, bana yakın olmak istiyordu. "Cenab-ı Hak lütfetti de sizi buraya gönderdi. Sizi esirgedi, acıdı" gibi laflar ediyordu. Şu adama bak dedim içimden. Meczubun biri. Bunun neresi lütuf. Mebus olacakken mahpus oldum. Öyle öfkeliyim ki, bir hamlede, mahkemeleri, hapishane duvarlarını yıkmak istiyordum. Doktordan yüz çevirdim. Fakat nereye çevrilsem, o da o tarafa çevriliyordu. Her yönde onu görüyordum. Aynı sözler... Cenab-ı Hak lütfetti. Nedir o dışarıda olanlar. Nutuklar, kendini övmelere, öbür tarafa sövmeler. Bir felaket! Bir an gözlerim gözlerine geldi. "Öyle değil mi" Öyle. Bu suali sessizce tasdik ettim. Hakikaten öyle içime bir huzur yayıldı. Meydanlar, nutuklar, alabildiğine karşı tarafa sövmeler, kendini ve partisini övmeler. Kazanmak için türlü dolaplar, dalavereler... Yarabbi, beni bunlardan kurtardığın için sana binlerce şükürler. Doktor, yaşlı gözlerle hapishanenin penceresinden, göklere, göklerdeki bulutlara bakar, Kur'an'ı Kerim'den gökler ve bulutlarla ilgili, o temaşa'yı şairane ayetler okurdu. Hapishanenin bahçesindeki ağaca bakar, Said Nursi'nin tohum ve ağaç teşbihlerini, nispetlerini dile getirirdi. Ara sıra, benim yine öfke nöbetlerim tutar, "namussuzlar..." diye nutka başlardım. Doktor Sadullah Nutku'ya bakınca nutkum tutulurdu. Onda söz yoktu, öz vardı. Susmak, susmak, tezekkür, tefekkür, temâşâ!.. Doktor, derdim. "Sen dünyayı üçten dokuza boşamışsın, kurtulmuşsun. Ben hala dünya ile evliyim." Tatlı tatlı gülümserdi. Bana, "Sen büyük mücahitsin" derdi. O beni büyüttükçe küçülür