Pek çoğumuz, birileri bize zeki olduğumuzu söylediğinde bundan mutluluk duyuyoruz. Yine pek çoğumuz çocuklarımızın yüksek zekaya sahip olmasını çok istiyoruz. Zekâ deyince, evet bir kabiliyetten ama daha çok bir potansiyelden bahsediyoruz. O potansiyelin hayatın içinde neyi açığa çıkaracağı son derece önemli… İnsanlık için büyük keşifler yapmış, büyük fikirler ortaya koymuş insanların zeki insanlar olduğu bir gerçek… Ama buna karşılık insanlığa büyük kötülüklerde bulunmuş, kitlelerin hayatına mal olmuş, dünyayı tarumar etmiş kişiliklerin de en az diğerleri kadar zeki olduğu da bir başka gerçek… Demek ki zekâ dediğimiz şey tek başına olumlanabilecek bir şey değil; bizi neye yönelttiğiyle, hangi iyi ya da kötü potansiyellerimizi harekete geçirdiğiyle birlikte değerlendirmemiz gereken karmaşık bir şey… Nükleer enerjiyle koca koca şehirleri aydınlatabilir ya da yine koca koca şehirleri içindeki her şeyle birlikte haritadan silebilirsiniz. Zekânın durumu da tam olarak buna benziyor.
Daniel Keyes'in 'Algernon'a Çiçekler' kitabından insaniyetten yoksun kalmış bir zekânın tehlikelerine ilişkin birkaç cümle alalım: "Sevgi alma ve sevgi verme yeteneğinden yoksun olan zekâ, zihinsel ve ahlaki çöküşe, nevroza ve muhtemelen psikoza bile yol açar. Ve ben-merkezci bir amaca odaklanan ve insan ilişkilerini dışlayan bir beynin, sadece şiddete ve acıya neden olacağını da eklemek istiyorum."
İnsani yüce değerler, adalet ve hakkaniyet duygusu, doğru muhakeme yeteneği, sevecenlik ve empati hassasiyeti gibi melekelerle tahkim edilmeyen bir zekâ kontrolsüz bir enerji kaynağı gibi tahripkâr olabilir. Sadece başkalarını tehdit eden bir tehlike değildir bu; aynı zamanda kişinin kendisini de hayatının doğrularından uzağa sürükleyip bedbaht edebilir. Bizi iyiye ve güzele götüren şeylerle tekâmül ederiz; zekâ bu konuda bize yardım da edebilir, aksine bizi insanlığımızdan uzaklaştıracak düşünce ve eylemlere yönlendirerek felakete de götürebilir.
Alexis Carrel 'İnsan Denen Meçhul' isimli meşhur kitabında zekâyı doğru anlamak konusunda çok önemli bir noktaya işaret ediyor: "Zekâ, sadece zekâya sahip olanlar için hemen hemen faydasızdır. Entelektüel, eksik, bedbaht bir insandır. Çünkü anladığı şeye ulaşma gücü yoktur. Eşya arasındaki münasebetleri kavramak gücü ancak ahlâk duygusu, şefkat duygusu, irade, muhakeme, muhayyile ve muayyen bir organik kuvvet gibi diğer faaliyetlerin birleşmesi hâlinde verimli olabilir."
Zekâyı başarının ilk şartı olarak gören bir yeni zamanlar ideolojisi bugün hayatımızı, zihinlerimizi, yönelimlerimizi esir almış durumda. Çocuklarımızı neredeyse çocuklukları, ilk gençlikleri ve gençlikleri boyunca başat kriteri zekâ göstermek olan sınavlardan geçiriyoruz. Orada kazananlar örnek insan kabul ediliyor, başaramayanlar mahkûm ediliyor. Oysa cevap şıkları arasında doğru olanı bulmak, evet, 'bilme'ye giden yolda bir kazanımdır. Ancak 'bilmek' bundan daha fazlasını gerektiriyor, atladığımız da bu!