Yabancıyım, yabancısın, yabancı!

Bir şeyleri aynı anlam kümesinin içinde, birbiriyle irtibatlı, birbiriyle aynı şeyi söyleyen kelimelerin rehberliğiyle anlama imkânımız var mı hâlâ Yoksa aynı şeyler hakkında herkesin dili kendi bildiğini okuyor; konuşulandan herkesin zihni başka bir şeyi anlıyor, havsalası başka bir şey alıyor, idraki başka bir yere çekiyor da biz bundan habersiz, her şey her şeyle uyumlu ve herkes birbirini pek güzel anlıyormuş gibi mi yapıyoruz Gönül rahatlığıyla, hiç tereddüt etmeden reddedebiliyor muyuz şu ikinci ihtimali

Bizi birbirimize bağlayan şey neydi eskiden ve niye şimdi bu duruma müdahale etmiyor. Öyle ya, insanlar minik yıldız tozları gibi havada kendi başına süzülürken, kendi etrafında dönerken; hayatın bilgece dokunuşları bizi neden önce kendimize, sonra birbirimize getirmiyor Üstelik o yıldız tozları gibi bir ışığımız da kalmadı artık sanki bizim! Bu yüzden mi göremiyoruz acaba birbirimizi Bu yüzden mi görüp işitemiyor, fark edemiyoruz

Virgina Woolf, bazen birisiyle oturup konuştuğumuzda, aslında iki ayrı dünyanın birbirine değmeden, yalnızca yüzeyde, kabuklarında iletişim kurduğunu hissettiğini söylüyor. Sözcüklerin, aramızdaki o devasa boşluğu doldurmaktan çok, daha da belirginleştirdiğini ve her insanın, kendi iç odalarında, kimsenin giremediği, hatta tam olarak anlayamadığı karmaşık bir evren taşıdığını ifade ediyor. Öyle mi peki Dışarıya yansıttığımız benlik, Woolf'un söylediği gibi, içimizdeki o zengin ve çoğu zaman acı veren gerçeğin sadece soluk bir gölgesi gibi mi gerçekten

Hiç kimse bir başkasının içinden geçenleri bilmek, bir başkasını anlamak istemiyor. Ama herkes onu anlasın; başkalarına yakınlaşmak için hiçbir gayret göstermeden kendisini bulsun, kıymetini, başkalığını, içinden geçenleri bilsin istiyor.

Üstüne yapışacak ve kendisini de çileli girdaplara doğru çekecek korkusuyla başkalarının derin karakterine, iç dünyasına mesafeli dururken ve hiçbir şekilde risk almazken; herkesin onun içini okumasını, içinde dolaşmasını ve içine gizleyip sakladığı ne varsa kıyı köşe arayıp bulmasını istiyor.

Kimisi de zaten bu temasa tamamen kapalı, tükenmez bir kırılmışlıkla etrafına duvarlar örüyor, kendini herhangi bir insanî irtibattan uzakta tutuyor. Onlar için bu bir seçim, uzlete çekilmek gibi bir şey değil ama bu halleri; kahırla yapılan bir şey daha çok, dünyayı kendinden mahrum bırakmak vehmiyle kurulmuş izbe bir dünya! Acıklı bir şey, çünkü dünya hiç kimseyle özel olarak ilgilenmiyor artık! Kahrın da, heyecanların gibi sadece kendi duvarlarında yankılanıyor.