Dünyada her gün bin bir türlü hadise yaşanıyor; bunların çoğu içimizi yakan, gönlümüzü daraltan, dimağımızı yoran türden hadiseler… Yüksek sesle seslendirmesek de hepimizin içinde böyle şeylerin evvelki zamanlara göre nicelik olarak çok arttığı, nitelik olarak da çok fazla çığırından çıktığı kanaati var. Kahir ekseriyetimiz artık hadiselerin bize ne anlattığına dair bir hikmete, bir bilgeliğe, bir muhakemeye sahip olmadığımızdan olan biteni nasıl değerlendireceğimizi, günlerin akışı içinde neyi nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Hayatı başımıza gelen şeylerin durmak bilmez akışı gibi görüyoruz; her şeyin çok hızlandığını, hiçbir şeyi anlamak ve anlamlandırmaya gayret etmek için yeterli vaktimizin olmadığını düşünüyor, buna kendimizi inandırıyoruz. Oysa vakti kendimiz için daraltan da biziz!
Yaşanan her şey bir kader içinde oluyor ve olan her şeyde de murad-ı ilahî gizli… O muradı bilmeye, bulmaya gayret etmek, bunun tefekkürüne dalmak gayretinden yoksunuz artık ne yazık ki! Bu sebeple bizi yoran, kederlendiren, çaresiz bırakan, içimizi daraltan hadiseler vuku bulduğunda sersemliyor, sanki geleceğin ipleri elimizdeymiş gibi yarınların getirebileceği şeyler hakkında endişeye kapılıyoruz. Oysa elimizden gelecek bir şey var: Hayatı okumak, hadiselerin anlattığı şeyleri anlamaya çalışmak! Yaşananların bize söylediği gerçeklerle yüzleşmek! Yanlış gittiği aşikâr şeylerin sorumluluğunu almak ve yanlışları doğrularla değiştirmeye çalışmak…
"Zulüm ve kahır devirleri ruhlar için bir imtihan meydanıdır. Orada kuvvetliler zayıflardan, imanlılar imansızlardan ayırt edilir. Hakkın yolu orada başlar. Büyük ruhlar için zulüm, cidal zevkini ve zafer sevincini körükleyen bir rüzgardır. Onlar, kahrı ve cefayı, ateşler içinden bir semender gibi daha canlı ve daha hararetli kat edeceklerdir. Orada insan, mahşer günü gibi ruhunun bütün çıplaklığıyla kalacak ve hakiki olan sahtesinden ayrılacaktır. Zulüm ve kahır devirleri ruhlar için bir imtihan meydanıdır" diyor 'Aşk Ahlâkı' isimli kitabında merhum Hilmi Ziya Ülken.
Modern insanın zihninde, bunu açıkça ifade etsin ya da etmesin hep bir 'Bunlar neden bana oluyor' isyanı var. Çünkü derunî ufkunu yitirmiş, aşkın olanla irtibatını kesmiş böyle rasyonalist bir zihniyetle, insanın hadiselerin sebep ve sonuçlarını görünür dünyanın dar gerçekliği ile anlamaya çalışmaktan başka bir seçeneği olmuyor. Modern zihinler, iyilikle kötülüğün birbirini görünür kıldığı, bu olmaksızın insan zihninde bir iyilik-kötülük idraki oluşamayacağı gerçeğini kabul etmek istemiyor. Hadi gerçek hayatta bu muhakemeyi kuramıyor bu kafa, hiç olmazsa senaristlerin yıllardır bir film yapmak ve o filmi oluşturan bir hikâye oluşturabilmek için iyilerin karşısına kötü adamlar koymak zorunda olduğunu da mı göremiyor