Bir şeylerin anlamını hazır alma eğilimdeyiz artık çoğumuz, hiçbir düşünme ve anlamlandırma yükünün altına girmek istemiyoruz. Bu kolaycı tutumumuz ister istemez bir şekilde yaygınlaşmış algıların yerleşik hale gelmesine, zihinsel kanallarımızın daralmasına sebebiyet veriyor. Bunun sonucunda doğal olarak 'şeyler' hakkında insanlara yeni açılımlar kazandıracak özgün fikirler ortaya çıkmaz, çıksa da dikkat çekmez oluyor.
"İnsanların çoğu, her ne kadar bunun açıkça farkında olmasalar da, kalplerinin en derinlerinde düşünceye hayatlarında mümkün olduğunca az yer vererek idare etme kararındadır ve bu onların davranışlarına yön veren en temel düsturdur; çünkü onlar için düşünme en zahmetli yüktür" diyor Arthur Schopenhauer, 'Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine' isimli kitabında.
Hepimiz yerleşik hale getirilen 'hazır alma' kültüründen az ya da çok etkileniyoruz. Yiyeceklerimizi, kıyafetlerimizi ve eskiden kendi emeğimizle ürettiğimiz pek çok başka şeyi bugün artık hep hazır halde satın alıyoruz. Ama sadece bunları değil; tamamen kendi içimizden bulup çıkarmamız gereken düşüncelerimizi, duygularımızı, hayallerimizi, beklentilerimizi, hedeflerimizi, zevklerimizi, beğenilerimizi de hazır alıyoruz artık! Bunların her biri işin sonunu ticarete bağlayan odaklarca tasarlanıyor. Tamamı tasarım olan bir hayatın şuursuzlaşmış aboneleriyiz.
"Ne düşünüyorsun böyle arpacı kumrusu gibi" diye sordu ayakta olan. "Düşünmenin neden insanlara değil de sürekli arpacı kumrularına yakıştırıldığını!" diye cevapladı oturan.
Hayata dair, insana dair, kendi hayatımızın seyrine, iç dünyamızda olup bitenlere dair düşüncelere dalmak en çok çekindiğimiz şeyler arasında başta geliyor. Her mümkün durumu değerlendirip bu düşünme yükünü üstümüzden atıyoruz. Özgün düşünme süreçleri ortadan kalktığı ve hemen herkes zihinsel olarak aynı yerlerden alışveriş yaptığı için yaşama kültürünün hemen her alanında belli kalıplar ve standartlar hükmünü yürütüyor. Bu endişe verici durumun artık toplumsal planda bir klonlanmış zihinler manzarası ortaya çıkarmaya başladığını görmemiz gerekiyor.
"Bu akşam yemeği filanca restoranda yiyelim mi, şu sıra çok popülermiş!" dedi biri. "Biliyor musun şimdi ben de aynı şeyi düşünüyordum!" dedi cevaben diğeri. Aslında bunu ikisi de düşünmemiş, böyle bir restoran olduğundan az önce önlerine çıkan bir paylaşım sayesinde haberdar olmuşlardı.
Herbert Mercuse, 'Tek Boyutlu İnsan' kitabında aynı kalıplara dökülüyor olmanın insan hayatını nasıl yoksullaştırdığını anlatıyor: "Bireylerin toplumsal olarak dayatılan gereksinimleri kendi gereksinimleri olarak tanımasıyla, yadsıma gücü söndürülür. Gelişmiş sanayi uygarlığının baskın eğilimi, özgürlüğü ve baskıyı birleştirerek toplumsal alanı bir tek boyuta indirgemektir. Özgün düşünce, davranış ve duygu kalıpları toplumsal olarak üretilenlere uymak zorundadır."

19