Yiğit düştüğü yerden kalkar

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra

Çölde İslâm pınarını fışkırtan Rabb'im, bizi bu İslâm bayraktârı Türk atalarının yüzü suyu hürmetine eski şanlı mâzîmizin bir kısmına bile döndürse zafer yine bu azîz milletin olacaktır. 3000 yıldır Çin, Hint, İsrâil, Japon eski gelenekleriyle modern dünyânın vazgeçilmez ekipleri olmuşsa, biz de neden atalarımızın şanlı mâzîsine uyum sağlayarak dünyânın en modern milleti olmayalım

Haydi, yiğit ve asîl Türk milleti! Rabb'inin va'dinin hakk olduğunu bil ve düştüğün yerden kalk! Sâde biz değil, bütün İslâm âlemi de bunu bekliyor.

Türk âile yapısında büyükler âdeta kânun koyucu hükmündeydiler.

Felâketler, zilletler, rezâletler öyle yavaş ilerler öyle gizli gizli gelirler ki anlamak ve tedbir almak mümkün olmayabilir. Sel, heyelân ve zelzele gibi habersizce çöker, yıkar geçer. Sonrası âh-ü feryâd, ama ne fayda!

Türk milletinin asırlardır süregelen fıtrî (doğuştan) bir ahlâk yapısı vardır. Bunun spontane eğitim mekânı ise şüphesiz sağlam bir âiledir. Toplum temellerinin yapısı bu eğitimin sürekliliğine bağlıdır. Gerek çadır ve bozkır kültürü, gerekse sonraki yerleşik Türk âile yapısında değişmeyen bir hiyerarşi vardır: Âile büyükleri âdeta kânun koyucu hükmündeydiler. Dedeler ve büyükanneler torunlarıyla meşgûl olurken aynı zamanda eğitimlerini de verirlerdi. Bu eğitimde saygı esastı. Sevgide aşırı gidilmez, çocuk şımartılmaz, ama bütün gözler çocukların üzerinde olurdu. İlk eğitim âilede alınır, dînî hükümler ve gerekleri öğretilir, çocuk kendi anne ve babasının isimlerinden evvel Peygamber Efendimiz'in hayâtını bir hikâye lezzetiyle öğrenir, sonra da bed-i besmele (ilkokula başlarken mahalle imâmının önüne diz çökerek "besmele-i şerîfe ve rabbîyessir") ile okula ilk uğurlu adımını atardı. Bu yapı bozulmasaydı bu millet aslâ bozulmazdı. Bunu çok iyi bilen Batı ajanları evvelâ âile yapımızı bozdular. Bunun bozulmasının ilk sebebi yabancı kaynaklı okullardır. Bu okullarda gayr-i müslimler okurken giderek Osmanlı aydınları da çocuklarını bu okullara vermeye başladılar. Burada aslen Hristiyan ve ruhban ağırlıklı eğitim alan asîl millet evlâtlarının genleriyle oynadılar.

1897'de Osmanlı Devleti'ndeki azınlık okulları ve yabancı okullarının sayıları ve milliyetleri şöyleydi:Rum 4390; Ermeni 851; Bulgar 693; Yahûdî 331; Sırp 85; Romen 63; Katolik Rum 60. Toplam sayı ise 6473.

Şimdi anlıyor musunuz neden bu hâle geldik. Başlangıçta azınlıklar için açılmış gibi görünen bu okullarda Osmanlı aydınları kendi çocuklarını okutmaya başladılar.Bu okullarda öğretmenler râhip ve râhibe kıyafetleriyle derse giriyorlar, her sabah derse bir dînî ayinle başlanıyor, her sınıfta mutlakâ bir istavroz asılı oluyordu. (Reşat Nûri'nin Çalıkuşu romanını hatırlayalım)

HIZLI BOZULMAYA GEÇİŞ

Toplumları bozan en mühim sebep taklittir. O bozulma dönemi başlamaya görsün. Süreç çok çabuk gelişir.

Batı tâlim ve terbiyesi (eğitim ve öğretimi) kendi istikâmetinde milletimizi yönlendirmeye başladı. Şimdi ufak değişmelerle bu eğitim yıllardır devâm ediyor. Mustafa Necâti ile başlayan seküler eğitim ufak değişmelerle devâm etmektedir. Her gelen eğitim bakanı birtakım değişmeler yapsa bile hedeften şaşmış olan oku doğrultamıyorlar. Bu zâten mümkün de değildir. Türk Amerikan Kültür Anlaşması 27 Aralık 1949'da her iki tarafı temsilenDışişleri Bakanlığı Müsteşarı Fâik Zihni AkdurveABD Büyükelçisi George Wadsworthtarafından ABD'de imzalandı.

Bu anlaşmaFulbrightanlaşmasıdır. Amaç her ne kadar uluslararası gelişme fırsatı sunmak olsa bile esas gâye uluslararası ve Amerikan temel kökenliEvangelisteğitim plânlı bir programdır. Tabîî çok câzip olan bir bursla taçlandırılmış bir anlaşmadır bu Fulbright!

Batı eğitimi dünyâ eksenli ve pragmatisttir. İnsanlığa hizmet falan bunlar belki de hep son plândadır. Bunu insanlık anlayacak ama zaman geçmiş olacak. Bugün geliştirilen ne idüğü belirsiz aşılar, uzay araştırmaları ve dünyâ düzenini tek eksenli hâle getirmek isteyen ABD plânları her ülkede bilhassa İslâm ülkelerinde ön plândadır. Bizim eğitim sistemimiz de bu dâire içindedir.

Batı eğitim sisteminin ilk amacı âile yapısını dolayısıyla da ahlâkî sistemi dejenere etmektir. Millî olan folklor, edebiyat, müzik ve tiyatroyu uluslararası ajanlarla kültürümüzü bizim olmaktan çıkardılar. Basın ve tiyatro ile başlayan bozuşma hiç düzelmedi diyebiliriz. 1928'de Türk müziğinin hem icrâsı hem de eğitimi senelerce yasaklandı.Ziya Gökalpbile Osmanlı ile bağlantısı olan klâsik ve Türk san'at müziği, şarkı'nın ölmesini, sâdece pop kültürü olan türkünün yaşamasını ister. Zihniyet bu "Şarkı ölsün yok tasa, Türkülerim söyler yaşar halk dili" Burada amaç türküyü savunmaktan ziyâde klâsik Osmanlı kültürünü imhâ plânıdır; çünkü 'Dîvân'a bağlı klâsik müzik Osmanlı kokmaktaydı.

Açılan Batı kaynaklı konservatuvarlar, opera, bale ve benzeri okullarla Şark kültürümüz târihe gömülürken, gelişen Batı gelenekleri dâhilinde flörtler artıyor, hemen her mekânda alkol alınıyor, asrın felâketi eş cinsellik sıradanlaştırılıyor. Birçok TV programlarında mutlaka bir eş cinsel bulunuyor Moda programları tekelleştiriliyor. Film ve her türlü san'at ve spor dünyâsında eş cinsel eğilim plânlı bir şekilde parlatılıyor. Muhafazakâr âile çocukları lâik ve seküler oluyorlar.

BİTEN HAYALLERİMİZ VE HAYÂTIMIZ

Biz ne güzel ne mes'ut bir milletmişiz. Güzel hem çok güzel bir edebiyâtımız, çok üstün bir mîmârîmiz, hassas bir estetiğimiz vardı. Edepten yanakları gül gibi kızaran nâzenin kızlarımız vardı. Kızıl, "kızsıl" kelimesinden gelir. Yâni bu kız yanağı rengidir. Yüz kızarması hayâdandır. Hayâ îmandandır. Hayâmızı, îmânımızı talan ettiler. Âilemizi bitirdiler. Türk milletini bitirdiler. Biz, hâlâ bizi biz zannediyoruz. Biz artık biz değiliz. Ne Göktürk, ne Harezm, ne Selçuklu ne de Osmanlıyız. Kimse aksini iddiâ etmesin, yeni Türkiye'nin yeni milleti yeniden yapılandırılmış bir mutasyondur. İçinde hâlâ Türk ve İslâm olma şerefini yaşatmaya çalışan gayyûr (çok gayretli) bir tâife vardır. "Allâh'tan ümit kesilmez" Müslümanlar 40 kişi ile Mekke müşriklerine kendilerini gösterdiler. Allâh'ın dînine yardım edene de Allâhü zülcelâl ve tekaddes hazretleri de şüphesiz yardım edecektir. Zor mu, çok zor. Çölde İslâm pınarını fışkırtan Rabb'im, bizi bu İslâm bayraktârı Türk atalarının yüzü suyu hürmetine eski şanlı mâzîmizin bir kısmına bile döndürse zafer yine bu azîz milletin olacaktır. 3000 yıldır Çin, Hint, İsrâil, Japon eski gelenekleriyle modern dünyânın vazgeçilmez ekipleri olmuşsa, biz de neden atalarımızın şanlı mâzîsine uyum sağlayarak dünyânın en modern milleti olmayalım Nasıl Mâverâünnehir'deki atalarımız, fen ve teknolojide dünyâyı aydınlattılarsa, 16. asra kadar nasıl dünyânın en ileri ülkesiysek, neden o mîrâsa sâhip çıkmayalım.

Kimse "Atalarımız, fen ve teknikten bîhaberdi, onun için çöktük" demesin. Modern bilimde özellikle astronomide 12, 13, 14 ve 15 yy.lar Türk asrıdır. Zâten medreselerimizde pozitif ilimlere verilen değer azaldıkça biz Batı'nın gerisine düşmeye başladık. "Düşmanın silâhıyla silahlanmak" esastır. Bunu Batı yaptı. Bizden ilim ve teknik alıp kokuşmuş ahlâk düzenlerini bize verdiler. Dünyâ geçici bir mekân da olsa "Dünyâdan da nasibini unutma"Kasas 77. âyet-i kerîmesimûcibince bu geçici âlemde düşmana eğilmemek için onlarla aynı seviyeye gelmek hattâ onları geçmek gerekir.

BATILILAŞMADA ORDUNUN YERİ

Eski kavimler devamlı savaş hâlinde oldukları için yaşlı ve çocuklar hâriç eli silâh tutan herkes askerdir. Ziyâ Gökalp'ın "Bütün Türkler bir ordu katılmayan kaçaktır" sözü bir gerçeği yansıtıyordu. Bozkır kültüründe kavimler askerdi. Yönetim ve türevleri hep askerdi."Tengri dîni"nde ayrıca bir din adamı sınıfı olmadığı için veyâŞamanizm'de sâdece şaman etrâfında dönen âyinlerde bir dînî sınıf olmadığından diğer gruplar askerdi. Kadınlar asker değillerdi, ama asker gibi eğitim alır, îcâbında toprak savunmasına fiilen katılabilirlerdi.

Yerleşik hayâta geçilmesiyle ordu teşkîlâtı daha düzenli hâle geldi. Göktürklerde Moğol askerî sistemi ve Çin'den alınan teşkilat sistemi ordu teşekkülünde öne çıkıyordu.

Türkler ordu ve mahallî yönetimde o kadar ileri gitmişlerdi ki,Abbâsîlerordu ve askerî vâlilikleri Türklere emânet ediyordu.

Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinde, hattâ daha evvelinde Karahanlılarda, Gaznelilerde ve Tîmûrilerde yâni Osmanlıya gelene kadar halef selef değişiminde babadan oğula üç halef saymak bile zordur. Osmanlıda 2 tekrarlı 36 pâdişah hep baba evlât silsilesidir. Bu ne demektir Yönetimde devamlılık esastır. Osmanlı bunun için çok, hem çok büyüktü.

Ordu güçlü değilse ne adlî sistem ne mâlî sistem ve diğer birimler ayakta durabilirler. Dar bölgeli devletlerde asker sayısı da kısıtlıdır. Osmanlı Anadolu'dan Avrupa'ya açılınca birden topraklarını fethettiği memâliki (ülkeleri) yönetmekte zorlanmaya başladı. Osmanlının adı Mülk-i Osmânî değil Memâlik-i Osmâniyye'dir. (Tek bir ülke değil ülkeler topluluğudur.)

DEVŞİRMELER VE YENİÇERİ