Türk ülküsü yolunda bir ömür

Dr. Mehmet Can

Türkistan'ın piri Hoca Ahmed Yesevi bir şiirinde şöyle der:

Neler gelse görmek gerek o Hüda'danYusuf'unu ayırdılar Kenan'danDoğduğum yer o mübarek Türkistan'danBağrıma taşlar vurup geldim.

Eski çağlardan beri Türk kavimlerinin yurdu olarak bilinen, geçtiğimiz asırda Ruslar tarafından işgal edilen "Uluğ Türkistan" ismi siyasi endişe ve içerisinde Türk kavramı geçtiği için yasaklandı. Yerine Orta Asya ismi getirildi. Bilhassa Sovyetler Birliği devri Josef Stalin terörünün "Uluğ Türkistan"ın her tarafında hissedildiği bir dönem oldu. Halk, "Basmacı", "Pan-Türkist", "Pan-İslamist" ve "Emperyalistlerin ajanı" gibi uydurma suçlarla, sudan bahanelerle ya zindanlarda çürütüldü ya da sürgüne zorlandı. Bu vahşi uygulamalar ile "Türkler" yer yüzünden silinmek istendi.

Tarihte Türkleri birleştiren asli unsurlara bakacak olursak, karşımıza şu üç önemli tablo çıkar: XIX. yüzyıla kadar ortak alfabenin hâkim olması, müşterek bir tarih ve aynı dile mensup bulunmalarıdır.

MUAZZAM GÜCÜN ÖNÜ KESİLMEK İSTENDİ

XIX-XX. yüzyıl bu muazzam gücün önünün kesilmeye çalışıldığı bir dönem oldu. Osmanlı İmparatorluğu ateşler içerisinde, savaş meydanlarında, binbir zorlukla mevcudiyetini korumaya çalışırken, Türkistan Türkleri de bundan farksızdı. Zulüm altında kanlara boyanmışlardı. Gözlerini Osmanlı İmparatorluğu üzerine çevirmişlerse de durum bundan ibaretti.

Çare olarak Ruslara karşı hürriyet mücadelesi vermeleri, başlarının çaresine bakmaları gerekiyordu. Lakin müşterek bir tarih ve düşünce altında yaşamış olmalarına rağmen Rus emperyalizminin boyunduruğundan nasıl kurtulacaklarına dair sistemli bir programları yoktu! Lenin ve Stalin bu eksikliği gördü. Orta Asya havzasında meskûn halkın yaşadığı ve yaşattığı millî şuuru ortadan kaldırmadıktan sonra bu topraklarda uzun vadede kalamayacaklarını çok iyi hesap etmişlerdi.

KIZIL ORDU KATLİAMA BAŞLADI

Komünist Bolşevik Partisi, kendilerindeki önceki sömürgeci Çarlık rejiminin siyasetini aynen benimsedi. Rus göçmenlerini Türkistan'a doldurdu. Burada hâkimiyeti tamamen ele geçirmek için gayretlerini attırdı. Cephe Komutanı Frunze orduya şu emri veriyordu: Bu seferin maksadı, bütün Türkistan'ın işgal edilmesi ve Türkistan yerli halkının Sovyet hükûmetine dâhil edilmesidir!

Çarlık rejimi altında ezilen mazlum Türkler, idareyi ele alan Bolşeviklerin beyanatına göre hürriyetlerine kavuşacaklar, kendi geleceklerini tayin edebileceklerdi. Tabii, bunların hepsi oyalamadan, vakit kazanmaktan ibaretti. Kızıl Ordu, vakit kaybetmeden insanlık dışı katliamlar yaptı. 10 binden fazla Türk'ü öldürdü, yüz binlercesini başka coğrafyalara sürgün etti.

TÜRKİSTAN MİLLÎ MÜCADELESİ BAŞLIYOR...

Dayanılmayacak hâl alan bu duruma karşı Türkistan liderleri mücadele başlattı. "Basmacı" kelimesinin tam karşılığı "eşkıya"dır. Ruslar, Türkçe olan bu kelimeyi, 1918-35 yılları arasındaki Türkistan hürriyet mücadelesini dünyaya karşı bir eşkıya hareketi olarak gösterme gayesi ile kullandı. Oysa bu harekatın maksadı Rus zulmü altında ezilen Türkistan'ı hürriyete kavuşturmaktan başka bir şey değildi. Bu teşebbüsün maksadı Sovyet gizli raporlarına da şu şekilde kaydedilmişti: "Türkistan Türkistanlılarındır. Türkistan'ı Rusya'dan kurtarmak gerekir..."

BEŞ PARÇAYA BÖLDÜLER

İdeolojik kampanya ve gizli polis operasyonları bütün Türk yurtlarına yayılıyordu. Rusların anarşist olarak nitelendirdikleri, Türklerin safında olanlar büyük işkenceden geçiriliyor, sorgusuz sualsiz hapsediliyordu. Kaçmayı başaranlar ise ya Türkiye'ye ya Afganistan'a ya da Pakistan'a hicret ediyordu.

1930'lu yıllara kadar devam eden mücadele giderek zayıflamaya başladı. Stalin'in tasfiye harekâtında öldürülen Özbekistan'ın meşhur şairi Abdülhamit Çolpan'ın bütün ülkede ezber hâline gelen "Kurtuluş umudu hiçe karıştı; senin son canını da düşman aldı..." sözü gerçeğe dönüşüyordu.

Sovyet diktatörü Stalin, Uluğ Türkistan'ı; Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan olarak beş parçaya böldü. Silindir gibi halkın üzerinden geçti; dilini, dinini, örf-âdet ve ananelerini tahrif ederek, asimile etti.

BÜYÜK FİKİR VE MÜCADELE ADAMI: DR. BAYMİRZA HAYİT

Komünizmin bu ağır, kanlı esaretine daha fazla dayanamayan, ana vatanını terk etmek mecburiyetinde kalan yüzlerce münevver vardı. Hâl böyle olsa da "Türkistan ideali" ölmemişti. Onu yaşatacak, gelecek kuşaklara aktaracak, destansı trajedilerin elbette şahitleri vardı. Onlardan birisi de Dr. Baymirza Hayit'ti.

Hayit, Bolşevik İhtilali'nden yaklaşık iki ay sonra yani 17 Aralık 1917'te Özbekistan'ın Nemangan şehri, Yargorgan köyünde doğdu. Babası oğluna "Dünyaya bereketi ile geldi" diyerek "Baymirza" ismini koydu. (Bay: zengin, Mirza: Şehzade, prens) Adının hakkını verecek kadar zengin bir fikir ve mücadele dünyası olan Hayit fukara bir hayat yaşadı, bütün eserlerini ve ilmî çalışmalarını, hepsinden önemlisi millî mücadele ruhunu sınırlı burslar dışında hanımı Dr. Ruth Hayit'in imkânları ile gerçekleştirebildi.

Türkistan millî mücadelesi başladığında küçük yaşlarda olan Baymirza, Ruslara karşı çarpışan yakınlarının, bu harekâta gösterdikleri gayrete şahit olmuş, kardeşlerinin hayat şartları onun dünya bakışında derin izler bırakmıştı.

KANLI BAYRAM HEDİYESİ

Baymirza Hayit henüz 5 yaşındayken çok sevdiği ağabeyi Narmirza 1922'de Ruslar tarafından esir alınınca başı kesilerek, hunharca şehit edildi. Bunun hikâyesi oldukça trajiktir: Baymirza babası ile Kurban Bayramı namazından dönerken eve geldiğinde Rus askerleri tarafından bir kutu getirilerek, bayram hediyesi olduğu söylenir. Kutuyu açtığında bez parçasına sarılmış oğlunun kesik başını gören anne Rabahan Hanım baygınlık geçirir, kocası Hayitmirza Bey de hıçkırarak ağlayıp Allah'a yakarır...

İşte 20. asrın en önemli Türkistan tarihçisi Baymirza Hayit, kendi ana vatanı Özbekistan'da böyle trajediler ile biten bir döneme şahit oldu. Bu hadiseyi hatırladığı zaman hasta yüreği zorlanıyor, gözyaşlarını tutamıyordu.

YİRMİ İKİ YAŞINDA YURDUNDAN KOPARILDI...

Gördükleri ve duydukları ile Türkistan'ın sefalet ortamında yetişen Baymirza Hayit, İkinci Dünya Savaşı sırasında (23 Aralık 1939) 22 yaşındayken yurdundan koparılarak Sovyet ordusuna alındı, Polonya cephesine yollandı. Harp boyunca çok sayıda Sovyet askeri, Nazi Alman ordusuna esir düştü. O esirler arasındaki Türk asıllıların sayısı da bir hayli fazlaydı. Bunlardan Baymirza Hayit de değişik esir kamplarında bulundu. Çeşitli cephelerde yurdunu esaretten kurtarmak için Sovyet ordusuna karşı çarpıştı. Burada çok sayıda Türkistan Türkü'nün ölümüne ve ağır sıkıntılar çektiğine şahit oldu. Olanların hepsi onun ruhunda ve yüreğinde derin izler bıraktı.