Osmanlı akıncıları vePrizrenli Sûzî Çelebi

Numan Aydoğan Ünal

turkdunyasi@hotmail.com

Osmanlı edebiyatında ordunun savaşlarını nesir ve şiir şeklinde anlatan "gazavatnâme" denilen eserler çok kıymetlidir. Prizrenli Sûzi ise hem savaşlara iştirak etti hem de Gazi Ali Bey'in seferlerinin gazavatnâmesini yazdı. Bu gazavatnâme, 15 bin beyitten ibaret olup mesnevi tarzında bir şaheserdir.

Sûzi Çelebi, akınları ve akıncıları öyle şairâne tasvir eder ki, âdeta dalgalanan renk renk sancaklar, at kişnemeleri, nal sesleri ve kılıç şakırtıları ile Tuna'nın karşısına gelirsiniz.

Osmanlı tarihinde Tuna Nehri'nin çok mühim bir yeri vardır.

Osmanlı Devleti'nin 14. ve 15. asırlarda Avrupa'da yaptığı baş döndürücü fetihlerde "akıncı" diye anılan askerî sınıfın çok önemli bir rolü vardır. Bugününkomandosınıfına karşılık gelenakıncıların, düşmanın iktisadi gücünü ve manevi yapısını altüst ederek savaşın kazanılmasında çok mühim hizmetleri olurdu. Fatih Sultan Mehmed Han, son yıllarında 25 kadar devletle tek başına girdiği birçok harbi, bu akıncı ordusu sayesinde kazandı. Akıncıların hepsi, Türklerden seçilirdi ve akıncılık babadan oğula geçerdi.

Akıncıların silahları; pala, mızrak, kılıç, kalkan ve kısa yuvarlak ağaç topuzdu. Akın zamanında bir ata binerler, yedeklerine de birkaç at alırlardı. Akın sırasında bu atlara değişe değişe binerlerdi; dönüşte ganimet ve esirleri bu atlarla getirirlerdi.

Akıncılar, toplu olarak bir yerde bulunmazlardı. Rumeli'nin muhtelif yerlerinde ocak ocak (grup grup) hizmete hazır hâlde beklerlerdi. Ocaklar, komutanlarının ismi ile anılırdı;Mihaliakıncıları,Malkoçakıncıları,Evrenosoğullarıakıncıları gibi… Osmanlı akıncı komutanlarının en meşhuru,Mihaloğlu Gazi Ali Beyolup hayatı boyunca akınlarla Tuna'yı 330 defa geçmiştir.

TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK AKINI

1479 yazında yapılan akın, Türk tarihinin en büyük akın hareketlerinden biridir. Bu akın, tam kadro 43 bin akıncı ile yapıldı. Venedik tarafında serbest kalan Osmanlı, artık bütün gücüyle Macaristan ve Almanya'ya yükleniyordu. Türklerin"Erdel"dedikleri Transilvanya'daki altın ve gümüş madenlerinin tahribini hedef alan bu akında, kuzeye doğru yol alındıkça birçok kola ayrılanakıncıların başında tam 12 sancak beyi yani "akıncı tümgenerali" bulunuyordu. Başlıcaları,Mihaloğlu Ali Paşa, Mihaloğlu İskender Bey, Malkoçoğlu Balı Bey, İsa BeyveHasan Beyidi. Bu beyler, meselâ Ali Paşa, Macarca ve Romence dâhil birkaç Avrupa dilini, Türkçe derecesinde konuşuyorlardı. Bu akında, bütün Transilvanya'ya girildi. Almanya ve Macaristan'ın nefesini kesen ve savaşın Türklerce kazanılmasını sağlayan bu akın, Osmanlılar için de zâyiatlı oldu. 43 bin akıncının 20 bini Büyük Macar Ovası'nın zümrüt rengindeki topraklarında şehit oldu.(Yılmaz Öztuna)

BURSA'YA BENZEYEN PRİZREN

Prizren, günümüzde Kosova devleti sınırları içinde; tarihî camileri, medreseleri, hanları, hamamları ve tabii güzellikleri ile Bursa'ya çok benzeyen Balkanlar'daki bir Osmanlı şehridir. Ayrıca şairleri ile de meşhurdur. Âşık Çelebi, "Meşâirüş Şuara"isimli tezkiresinde "Prizren'de her erkek çocuk, diviti belinde dünyaya gelir" diyor. Yani bu şehrin çocukları, analarından hep şair olarak doğarlar demektir.

Osmanlı Devleti'nin gelişme ve ilerleme döneminin en meşhur hükümdarı Fatih Sultan Mehmet Han kumandası altında bulunan Osmanlı ordusu, ilkin İşkodra'yı, müteakiben de Prizren'i 21 Haziran 1455 tarihinde fethetmiştir. Fakat o yıldan önce de Gazi Evrenos Bey komutasındakiakıncıların seferleri neticesinde uzun zaman aralıklarla olsa bile, birkaç defa el değiştirmiş bulunan Prizren'in Türk karakteri şekillenmeye başlamıştır.

Akıncı kuvvetlerin şehri ele geçirmeleri esnasında, İslâm dinini kabul edenlerin yanı sıra,akıncılarla birlikte Prizren'e yerleşen Osmanlıların da bu şekillenmede mühim rolleri olmuştur. Suzi Çelebi'nin yetişme tarihinin bu döneme rastlaması, onun da bu şehrin her yönüyle gelişme ve ilerlemesine vesile olmuştur.

Osmanlılar, Prizren'in fethinden hemen sonra, bütün askerî güçlerini Prizren kalesine yerleştirip askerlerinin ibadet ihtiyaçlarını karşılamak için kalede de bir cami inşa etmiştir. Fetih sonrası bir müddet Kosova'da kalanFatih Sultan Mehmet Han, bir seferinde Prizren'i de ziyaret etmiştir. Ziyaret esnasında Prizren'in en büyük kilisesi olan Sveta Bogoroditsa Levişka'da Cuma namazı kıldıktan sonra camiye çevrilmiştir. Prizren'in fethinden kısa bir zaman sonra ilk Osmanlı mimari eserleri olarakNamazgâh,Cuma-AtikveKale Camiiinşa edilmiştir.

AŞKLA YANAN BİR ÇELEBİ

Prizrenli Sûzi Çelebi'nin babasının adı Mahmud, kendi asıl ismi ise Mehmed'dir. 1455-1465 yılları arasında Prizren'de doğduğu tahmin edilmektedir. 1524'te ise yine aynı şehirde vefat etti. Kabri, adıyla anılan Sûzi Camii bahçesindeki türbededir. Kendisini "Sûzi Zerrinî" olarak tanıtmaktadır ki"Zerrin,Pürzerrin"Prizren'in eski ismidir. Sûzi Çelebi'nin Osmanlılarının Prizren'i fethi sırasında şehre ilk yerleşen bir Türk ailesinden olduğu anlaşılıyor. Sûzi, şair bir aileden gelmektedir. Babası ve kardeşleri de şairdi. Ana dili Türkçenin yanı sıra Arapça, Farsça da bilirdi. İstanbul'da okudu.

Sûzi'nin, "molla, çelebi, mevlana, evliya, Nakşibendi, Sûzi Baba, müderris" gibi ünvanlarla anılmasından, akıncılığı ve şairliği yanında; büyük bir ilim adamı ve tasavvuf erbabı olduğu da anlaşılmaktadır. Meşhur lakabı Sûzi ise "aşk ateşiyle yanan" mânâsına gelir.

GAZAVATNÂME

Osmanlı edebiyatında ordunun savaşlarını, kahramanlıklarını ve zaferlerini nesir ve şiir şeklinde anlatan "gazavatnâme" denilen edebî eserler çok kıymetlidir. Mihaloğlu Gazi Ali Bey'in, akıncı ve hususi katiplerinden Prizrenli Sûzi hem savaşlara iştirak etti hem de Gazi Ali Bey'in seferlerinin gazavatnâmesini yazdı. Bu gazavatnâme 15 bin beyitten ibaret olup mesnevi tarzında bir şaheserdir. Gazavatnâme, zamanın Türkçesi ile yazılmıştır. Edebî değerinden başka, tarihî vakalar için de mühim bir kaynaktır. Gazi Ali Bey'in, Tuna boylarında; Sırbistan, Macaristan ve Bosna seferleri anlatılır. Bu yerlerin coğrafyası ve tabii güzellikleri mükemmel tasvir edilir.

Sûzi'nin gazavatnâmesinin dört nüshası; İstanbul Millet Kütüphanesi, Âgâh Sırrı Levend'in arşivi, Berlin Kütüphanesi ve Zagreb Akademisi'nde bulunmaktadır.

Edebiyat tarihçilerimizdenÂgâh Sırrı Levend(1894-1978) Sûzi Çelebi'nin gazavatnâmesini ilk olarak esaslı bir şekilde tetkik etti; eser, 1956'da Latin alfabesi ile Türk Tarih Kurumu tarafından basıldı.

Âgâh Sırrı Levend'in bu çalışması, Türkiye'de Sûzi Çelebi'nin ve eserinin tanınıp sevilmesine vesile oldu. Maalesef Sûzi Çelebi gibi daha nice edip, şair ve tarihçimizin birçok eseri, kütüphanelerimizin tozlu raflarında beklemektedir. Osmanlı yazısının değiştirilmesi, Türk dilinin bozulması ve Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında yetişen Âgâh Sırrı Levend gibi ilim erbabının kalmaması sebebiyle gençliğimiz, ecdad yâdigârı on binlerce eserden istifade edememektedir.

Levend, Sûzi Çelebi'nin gazavatnâmesi hakkında şu önemli tespitleri yapıyor: Sûzi'nin gazavatnâmesi epik bir karakter taşır, tamamen orijinaldir. Akınları ve akıncıları tasvir eden bu sahanın en güzel edebî örneğidir. Mısra mimarisi sağlam, şiiri güçlüdür. Akıncıları büyük bir aşk ve heyecan tufanı ile anlatırken dinî bir vecd ile kendinden geçer. Gazavatnâmelerin hiçbirinde şiir unsuru Sûzi Çelebi'ninki kadar zengin değildir. Eserin başındaki münâcaat ve tevhid bölümünün dili, âyet ve hadislerle ilmî ve tasavvufî bir ağırlık kazanır. Fakat gazavatnâmenin esas kısmına gelince dil tabiîleşiyor, sadeleşiyor. Bazen coşkun, bazen de içli bir sanat dili oluyor. Şiirlerde zamanın halk Türkçesinden de pek çok kelime bulunmaktadır.

TUNA

Osmanlı tarihinde Tuna nehrinin çok mühim bir yeri vardır. Zaferler kazanıldıkça hakkında şiirler destanlar yazılır; mağlubiyet ve hicretlerde hasretinden, çok gözyaşı dökülürdü. Nitekim Rumeli-Üsküplü millî şairimiz