BUNDAN 77 sene önce 10 Aralık 1948'de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 2. Dünya Savaşı'nın ağır yıkımından sonra, devletlerin büyük çoğunluğuyla kabul edilip yayımlandı.
Türkiye'miz de bundan altı ay sonra 27 Mayıs 1949'da bu bildirgeyi Meclis'inden geçirdi.
Buna göre: Bütün insanlar özgür, eşit ve onur sahibi olarak doğar ve bu hakların ayrım gözetilmeksizin herkese tanınması gerektiğini vurgular. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Dikkat edilirse bu bildirgede yer alan bütün hususlar sevgili Peygamberimiz tarafından miladi 632 senesinde, Arafat'ta irat edilen (okunan-vazedilen) Veda Hutbesi'nde dile getirilmiş ve İslam tarihi boyunca tatbik edilmiştir.
Ortaçağ boyunca Avrupa, insan haklarından yoksun, kilisenin tahakkümü altında inim inim inlerken Müslümanlar huzur ve mutluluk içinde altın çağlarını yaşıyorlardı.
Haberin DevamıAsr-ı Saadet'teki, yalnızca insana değil, hayvana karşı olan himaye ve adaleti, bakın şair nasıl terennüm ediyor: 'Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer'den onu.'
Bizim ecdadımız bu sorumluluk ve şuurla, asırlar boyuncu dünyaya hükmetti ve sürekli olarak mazlumun yanında durarak onları koruyup himaye etti. Zalimleri ise, tedip etti, yola getirip boyun eğdirdi.
Şu hususu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekir; kuralları güçlü olanlar belirler, dolayısıyla, gücünüz oranında adalet dağıtabilir, hâkim olabilir ve hüküm verebilirsiniz.
Bugün güç, maalesef emperyalistlerin, sömürgecilerin, kendilerinin dışındakilere insan gözüyle bakmayan insan müsveddelerinin elindedir.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde dünyanın en güçlü ülkesiydik. İstanbul'daki Topkapı Sarayı'nın Kubbealtı'nda (Bakanlar Kurulu) alınan kararlar, dünyanın dört bir yanında uygulanıyordu. Bağdat'taki, Yemen'deki, Mısır'daki, Fas'taki, Moskova'daki, Üsküp'teki, Tebriz'deki vb. mağdur ve mazlumların dilekçelerinin gerekleri mahallerinde görülmek üzere akıncılar yollara revan oluyordu.
Fermanın ulaştığı makam, kim olursa olsun gereğini yapmak zorunda olurdu.
Haberin DevamıOsmanlı kimliği dokunulmazdı, zira dokunan her kim olursa olsun, isterse yabancı bir ülkenin kralı olsun yanardı.
Osmanlı'dan sonra meydan yeri sırtlanlara ve çakallara kaldı; her çeşit zulüm geri döndü, zira hak, haklının değil güçlünün, yani zalimlerin oldu. Sadece emperyalist ülkeler değil, maalesef bir kısım İslam ülkeleri de zulümle abat olmaya yeltendi. Tıpkı Suriye gibi; insanları kan kusturan, baskıcı tek adam diktatörlüğü tam 61 sene sürdü.

11