Dile kolay, bugüne dek 41 kitaba imza atmış Ayşe Kulin. Everest Yayınları'ndan çıkan yeni romanı "Aylardan Kasım, Günlerden Perşembe" de bu hafta kitap vitrinlerinde yerini aldı. Etti mi sana 42 Ne kadar büyük ne kadar zengin bir külliyat. Öyküden biyografiye, denemeden şiire, anı-romandananlatıya… Edebiyatının kaleydoskopundan izlediğimiz rengârenk desenler, harflerle işlenmiş.
Konuları ve türleri farklı olsa da Ayşe Kulin kitaplarının belli ortak özellikleri var. Her şeyden önce sade ama çok şık Türkçesi. Ki çiçek dürbünündeki edebi desenler o Türkçeden alıyor rayihasını. Bir dil lezzeti ki okudukça iştah açan, hemen bitmesin diye ağır okumalarda salınan. Sonra kurduğu edebi yapının sağlamlığı. Uzun araştırmalar ve büyük bir çalışkanlıkla örülmüş. Hiç düşmeyen bir tempoda yaptığımız yüzlerce sayfalık yürüyüşler peşi sıra. Anlatısındaki meltem esintisi. Ardından gelen atmosfer. İlk sayfayı çevirir çevirmez dahil olunan. Bizi anlattığı döneme götüren.
Bu kez de yeni kitabıyla daimi özelliklerinden ödün vermeden okurunu 1938'deağırlıyor Ayşe Kulin. Aylardan kasım, günlerden kara bir perşembede. Mustafa Kemal Atatürk'ün hasta yatağının yanı başına oturup, onun kişisel hesaplaşma hikâyesini dinliyoruz. Gülümseyerek, hüzünlenerek, hayran kalarak, şaşırarak… Pencereden görülen, Kulin'in tarifiyle "Boğaz'ın Marmara'ya açıldığı noktada, kızıl ufka yaslanmış minarelerin güne veda ettikleri dünyanın en güzel gurubu". Fonda Tatyos Efendi'nin hicazkâr şarkısı: "Mâni oluyor hâlimi takrire hicabım", Safiye Ayla'nın sesinden.
Konuşmaya da dinlemeye de mecali olmayan ağır hasta Mustafa Kemal'in zihninde canlandırdığı kendi sinemalarının hikâyesi "Aylardan Kasım, Günlerden Perşembe". Çocukluğundan başlayarak dönüyor film kareleri. Girdiği işlerde talihi hiç yaver gitmemiş babasının yaşadığı zorlukları izliyoruz. Onun ölümünden sonra dara düşen ailesinin dayısının yanına yerleşmesini. Annesinin ona sunduğu 'molla' ve 'rençber' elbiselerini inadıyla çıkarıp üstünden, askeri üniformayı nasıl giydiğini görüyoruz. Askeri Rüştiye'yi kazanarak ilk büyük hayalini gerçekleştirmesini. İkinci hayali kız kardeşi Makbule'nin boyunu geçmek. Ki o da oluyor. Ve geriye çocuklarıyla akraba evlerinde yaşamak zorunda kalan annesini kimseye muhtaç etmeden yaşatmak kalıyor.
Biyografik bir Atatürk romanı değil karşımızdaki. Çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinin sorgulanmasının ardından gelen büyük bir hesaplaşmanın hikâyesi. Yokluk nedeniyle yeniden evlenmek zorunda kalan annesini yıllar sonra nasıl anladığını okuyoruz. Sonra Sofya'daki ilk gençlik dönemlerini. Büyük aşkı, Bulgaristan'ın Savunma Bakanı General Kovaçeviç'ın kızı Dimitrina ile tanışmasını. Onun sayesinde eğitimli, kültürlü ve kişilikli kadınlara karşı gelişen tutkusunu.
Bu büyük hesaplaşma romanında savaşlara hiç değinmiyor Mustafa Kemal. Tam tersi kitap boyunca barış vurgusu yapıyor. Bir başkumandanın sesi yok sayfalarda. Ölüm döşeğinde bir insanın çektiği acılar ve verdiği mücadele yoğun olarak işleniyor. Yaşadığı karaciğer rahatsızlığı yüzünden artan kaşıntılarına seramik sanatçısı Füreya'nın annesi, yaverlerinden Kılıç Ali'nin eşi Hakkiye Hanım'ın gönderdiği limon sirkesine batırılmış tülbentlerin nasıl iyi geldiğinden söz ediyor sözgelimi. Sık sık Türkiye ya da Suriye seçimi yapacak Hatay'dan gelecek müjdeyi kalan son gücüyle nasıl beklediğine tanık oluyoruz. Onu mutlu eden günler de çokça yer alıyor kitapta. Manevi çocuklarından gururla bahsediyor. Onlara sağladığı eğitim imkânlarından, başarı ve başarısızlıklarından.
Hayatına giren kadınları anlatıyor tek tek. Kalbini kırdığı kadınları anımsıyor. Fikriye ve Latife Hanım'ı. Her ikisine de yaptığı haksızlıkları ortaya koyuyor. "Daha anlayışlı davranabilirdim" diyerek özeleştirisini yapıyor, gerekçelerini anlatıyor ama son kararı okura bakıyor. Kız kardeşi Makbule'yle ilgili hesapları açıyor tek tek… Onu vaktiyle okutmayarak yaptığı hatayla yüzleşiyor. Müsrifliklerine, yanlış davranışlarına annesinin emaneti olduğu için ses çıkarmadığını vurguluyor. Kurtuluş Savaşı'nın kadın kahramanlarını saygıyla ve sevgiyle anıyor.