Heidi iyilik yapmaya devam ediyor hâlâ

Çocukluğumun vazgeçilmez iki çizgi filmi vardı: TRT'nin ilk kez 1970'li yıllarda yayınladığı "Heidi" ve "Şeker Kız Candy". "Heidi mi, Candy mi" sorusuna cevap vermem zor. İkisi de farklı yaşlarımı karşılayıpgüzelleştirdi. Ama ilk göz ağrım Heidi'ydi. Durup geçmişe baktığımda, televizyon ekranının karşısında onu nasıl büyük bir dikkat ve neşeyle izlediğimi görebiliyorum. İsviçre Alpleri'ndeki kulübesinde dedesi Alphöi ile yaşayan o küçük kızın bana yoğun olarak hissettirdiği duygu özgürlüktü. Heidi, dağların arasındaki uçsuz bucaksız yaylalarda, üzerinde kırmızı jilesi, içinde sarı bluzuyla tıpkı ardı sıra gelen keçiler gibi çıplak ayakla dolaşırken yüzüne vuran serin rüzgâr ekran başındaki bana kadar eserdi. O yaştan başlayarak rüzgâr ve özgürlük akraba iki kavram oldu bütün hayatım boyunca. Diğer yandan çobanlık yapan Peter'le kurduğu arkadaşlığı da çok severdim. Güzeller güzeli Clara'yı tekerlekli sandalyeden kaldırmaya muktedir iyi kalpleri o dönemin çocuklarına iyiliği öğretti. Ki kaynağını Heidi'den alan o iyilik, yaylada tek başına yaşayan aksi dedesini bile tatlı bir ihtiyara dönüştürdü.

Kapısında tembel köpek Joseph'in yattığı, çekme katına Heidi'nin yerleştiği kulübede Alphöi Dede'nin kor ateşte kızarttığı peynirler ağzımı sulandırırdı. Tadını bildiğimden değil. Evlerde peynir kızartılmazdı o vakitler. Gerçi, bunu beyaz peynirle deneyip, annemden azar işitmişliğim vardır. Acısını yıllar sonra kızarmış hellimlerle fazla fazla çıkardım. Velhasıl, iyiliği, neşesi, tatlı yaramazlıkları, insan, doğa ve hayvan sevgisiyle benim kuşağımın çocuklarının rol modeliydi Heidi.

Yönetmenliğini Tobias Schwarz'ın yaptığı, senaryosunu Rob Sprackling'in yazdığı animasyon film "Heidi" ağustos sonu vizyona girince, çocukluk rol modelimle yetişkin biri olarak karşılaşmak istedim. Filmde Heidi, 8 yaşında. Dedesiyle birlikte yaşamaya devam ediyor. Yine yaylalarda kelebek peşinde koşturuyor, papatyaların içine uzanıyor, yine ayakları çıplak dağ, tepe, bayır demeden geziyor yine Peter'le çocukluğun tadını çıkarıyor.

Bir gün kasabaya Schnaittinger adında bir adam geliyor. Kilisenin kırık kulesini ve çanını tamir ettireceğini söyleyip belediye başkanını da yanına alarak hain planı için zemin hazırlıyor. Derdi, ağaçları kesip bir kereste fabrikası kurmak. Hatta buna başlamış bile. Öyle ki bu yüzden dağ kedileri yaban ortamda yiyecek bulamadığı için kasabaya inmiş. Heidi Peter'le oyun oynarken minik bir dağ kedisine rastlıyor. Onu Schnaittinger'in kurduğu kapandan kurtarıp sahipleniyor. Adını da Biber koyuyor. Öyle seviyor ki Biber'i, tedavisiyle ilgilenmek için, Clara'nın Baltık denizinde tatil davetini bile geri çeviriyor.

Biber biraz toparlandıktan sonra, dedesinden onun doğal ortamında yaşaması gerektiğini öğrenen Heidi, Peter ve Joseph'le birlikte kediyi ailesine kavuşturmak için sabah kör karanlıkta yola çıkıyor. Arkadaşlık, cesaret, sevgi, çevre bilinci etrafında ilerleyen zorlu bir yolculuk yapıyorlar. Ki bu yolculukta öğrendikleri sayesinde Heidi, Schnaittinger'in doğa karşıtı planlarının iç yüzünü kasaba halkına anlatıp, uyanmalarını sağlıyor.

Filmi izlerken, Heidi'nin tetiklediği güzel çocukluk anılarımın sıcaklığını hissettim yeniden. Bugünün hız düşkünü, tableti elinden bırakmayan çocuklarının hatıralarına girecek kadar güçlü bir duygu taşıyor Heidi. Heidi iyilik yapmaya devam ediyor hâlâ. Uyarlandığı İsviçreli yazar Johanna Spyri tarafından yazılan çocuk romanı 1880 yılına tarihleniyor. 1950'li yıllardan beri sinema versiyonları yapılıyor. Popülaritesini borçlu olduğu Isaho Takahata imzalı 1974 yapımı çizgi filmi yarım asrı geride bıraktı. Biz bu süreçte büyüdük. Heidi'nin neden çıplak ayakla gezdiğini öğrendik. Düşündüğümüz gibi, özgürlük duygusundan değil Verdingkinder'a, çıplak ayaklı köle çocuklara gönderme yaptığından ayakkabı giymediğini. İsviçre'de 18. yüzyılda tıpkı Heidi gibi ailesi hayatını kaybetmiş yahut bir şekilde suça bulaşmış çocukların başka ailelere köle olarak verildiğini, ahırda hayvanlarla beraber uyuduğunu, iyi beslenemediğini, ağır işlerde çalıştırılıp sistematik işkence gördüğünü. Onları diğer çocuklardan ayırmak amacıyla çıplak ayakla gezmek zorunda bırakıldıklarını. İsviçre devletinin ancak 2013'te bu çocuklardan özür dileyebildiğini… Bütün bunların sonunda çocukluğumuza acı düşürse de Heidi'ye olan sevgimiz bir kat daha arttı.