Mikropların hayata hizmet ettirilmesi -2

İnsan organizmasının canlılığını sürdürmesinde en önemli rollerden birisi, mikro canlılar olan mikroplara verilerek, İlâhî kudret tarafından programlanmıştır.

Vücudumuza trilyonlarca yerleştirilen bu canlı evren, olumsuz etkilerle programı bozulmadığı sürece muntazam şekilde işletilmektedir. Hayata dinamizm kazandıran bu canlı varlıkların değeri yeteri kadar anlaşılmadığından, yerli yersiz nedenlerle imha edilmeye çalışılmakta ve bunun sonucu olarak da, hayatın sağlıklı yaşanması engellenmektedir.

Mikroplar dünyasını araştırarak, pozitif yorumlarla değerlendiren bilim insanlarının toplumu aydınlatmaları sevindirici olmaktadır. Bunlardan Mikrobiyolog Ali Rıza Akın'ın "Bakterin kadar yaşa" kitabı ile ilgili bir röportajından önemli bilgilere ulaşabiliyoruz. Bunlardan dikkat çekici olanı "İnsan vücudu milyarlarca hücre, organlar, sinir ağları ile kocaman bir evren. Evrenin asıl kahramanları ise, "dost bakteriler". Yüzyıllar boyunca bakterilere karşı savaş açtık. Onları düşman, hatta hastalık ve ölümün birer habercisi olarak gördük. Bitmedi, modern hayatla gelen bazı sağlıksız, yaşam alışkanlıklarımızla bedenimizi daha da harap ettik. Oysa sağlıklı bir hayat, dinç bir zihin için bakterilerimiz olmazsa olmaz.

Vücudumuzda yaşayan trilyonlarca bakterinin, aslında bizleri koruyan Rabbimizin görünmez orduları olduğunu, hayatımızın bütün evrelerinde, bizleri hastalıklara karşı koruduğunu, eşimizi dahi seçmede etkisi olduğunu kimsenin bilmediğinin farkına varınca, büyük resme baktım. Şok edici bir gerçekle karşılaştım; tüm insanlık bakterileri kötü biliyor, tıp dünyası ise her bakteriyi yok etmek için bütün ilaç gücünü kullanıyor. Bir diş çürüğü yüzünden, bütün kafayı koparmaya çalışan bir tıp dünyası var karşımızda... Oysa bakteriler olmadan insan hayatı olmuyor. İnsan hücreleri ve bakterileri her zaman uyumlu çalıştılar; mutsuz anlarımızda serotonin salınımını destekliyor, kanserli hücreler oluştuğunda immün sistemimizi uyarıyor hatta kanserli hücrelere dahi saldırıyor, Östrojen hormonunu aktive ederek, libidoyu dahi sağlıyorlar.

Vücudumuzda yaşayan trilyonlarca bakteri, ruh halimizi, iştahımızı, uyku düzenimizi bile etkileyebiliyor. Ama modern hayat tarzımız bu faydalı bakterilere zarar veriyor. Antibiyotikli etler, pestisitli sebzeler, işlenmiş gıdalar, gazlı içecekler bağırsaklarımızdaki bakteri çeşitliliğini azaltarak "mikrobiyota" adı verilen bu hassas dengeyi bozuyor. Bu da depresyon ve anksiyete gibi ruh hali bozukluklarına katkıda bulunabiliyor. İnsanların mikrobiyotasındaki bakteri çeşitliliği ne kadar fazlaysa o kadar sosyal, ne kadar azsa o kadar da yalnız oluyorlar, yalnızlığı tercih ediyorlar. Bakteri çeşitliliği mi yalnızlığa itiyor yoksa yalnızlık mı bakteri çeşitliliğini azaltıyor, kesin bir cevap veremiyorum. Kesin olan şey, bakteri çeşitliliğimiz fazlaysa sosyal bir insan olduğumuzdur. İnsanlar aşık olurken de, kendilerinde olmayan bakterilere sahip olanları çekici buluyor. Ten uyumu denen şey, bakterilerin dansından başka bir şey değil. Bakteriler olmadan sağlıklı bir hayat sürdüremeyiz, çevre sorunlarıyla baş edemeyiz ve hatta lezzetli yiyeceklerin tadını çıkaramayız. Peki biz, modern hayat içinde bakterilerimize destek mi oluyoruz, köstek mi " (1)

Canlılar aleminde hayatın sağlıklı ve dengeli seviyelerde sürdürülebilmesi için, zerreler alemindeki mikropların da, organizmada dengeli fonksiyonlarla yaşayabilmelerine uygun imkan ve zeminin hazırlanması temel şartlardan birisidir. Kâinata, dünyaya ve insan organizmasına mana-yı harfî (bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, sahibini bilip tanıtan mana) penceresinden bakıp, değerlendirildiğinde "Mikroplarımızı, iç eko-sistemlerimizi, şaşırtıcı çokluklarımızı anladığımız zaman, yaptığımız her yürüyüş keşif fırsatlarıyla dolup taşıyor. Mikropların her yerde bulunduğunu ve nasıl da yaşamsal olduğunu anlıyoruz. Organlarımızı nasıl biçimlendirdiklerini, bizi zehirlerden ve hastalıktan nasıl koruduklarını, gıdalarımızı nasıl parçalayıp sağlığımızı nasıl desteklediklerini, bağışıklık sistemimizi nasıl ayarlayıp, davranışlarımızı nasıl yönlendirdiklerini ve genomlarımızı kendi genleriyle nasıl bombardımana tuttuklarını anlıyoruz. Hayvanların bağışıklık sistemlerindeki eko-sistem yöneticilerinden tutun, anne sütündeki bakteri besleyici şekerlere, içlerinde barındırdıkları çoklukları kontrol altında tutmak için her çareye başvurmak zorunda olduğunu anlıyoruz. Bu önlemler zarar gördüğünde neler olduğunu biliyoruz; iltihaplanan bağırsaklar ve obez vücutlar. Tam tersine, uyumlu bir ilişkinin ödüllerini de anlıyoruz: önümüze serilen ekolojik fırsatlar ve onları giderek daha hızlı yakalayabilme şansı."(2)