Bitkilerin dili İbni Baytar -6

KARABAŞ OTU: Kafa süpürgesi olarak da bilinen bu harika nimete, şifalı etkilerinden dolayı Arapça'da "Mu'kif el ervâh" (Ruhları yerinde tutan) olarak en eski tıp kaynaklarından araştırılarak kaydedilmiştir. Bütün organların fonksiyonlarını kolaylaştırır, tıkalı kanal ve gözenekleri açar, biriken zararlı atıkların temizlenmesini sağlayarak organizmayı güçlendirir. Çayı göğüs ağrılarında destek sağlar, ekspektoran (balgam söktürücü) etkilidir. Melankoli (karamsarlık) ve epilepsi (sar'a) gibi sinir hastalıklarında, çayının içilmeye devam edilmesiyle şifalı bir destek sağlanabilir. Bal ve sirke karışımıyla elde edilen Sekencebin ile içildiğinde, etkisi artmaktadır. Beyin fonksiyonlarını güçlendirir, zararlı atıkları temizler. Safra akışını dengeler.

Karabaş otu çayı, bal şurubuyla karıştırılarak içildiğinde, kafa travmaları ve beyin sarsıntılarında fayda sağlar. Kalp fonksiyonlarını güçlendirir. Kalp ve beyinde bulunan ruh cevherine huzur ve ferahlık verir, böylece fikir ve düşünce faaliyetine destek sağlar. Zararlı maddelerin birikimini engeller, organizmayı arındırır. Yaşlılık belirtilerini geciktirir. Organizmada birikebilen toksinleri etkisiz hale getirebilmektedir. İçilmeye devam edilirse, baş ve ellerde oluşan titremelere fayda sağlar. Çayı ile masaj yapılırsa, eklem ağrılarını dindirir. İlkbaharda çiçekleri süzme balla karıştırılarak elde edilen tiryak, ruha ferahlık verdiği gibi, vücudu biriken serbest radikallerden arındırır. Vücudun aşırı üşümesi, nevraljik (sinir) ağrılar, eklem ve omurga ağrılarını rahatlatır. Karabaş otu, ev sirkesinde bekletilerek daha faydalı hale getirilebilir. (Daha geniş bilgi için "Bir İkrâm-ı İlâhî: Karabaş Otu 1-2 yazılarımıza bakılabilir.)

İlâhî rahmetin şifa hazinelerinden, İbni Baytar'ın reçeteleriyle asrımızda yaşanan yoğun hastalıkların yıkıcı etkilerinden korunabilme hedefimize ulaşabilme gayretlerimizi güçlendirmek için, 33 şifalı nimeti kısaca tanıttıktan sonra, gıda ve beslenme alanında kurulan tuzakları da tanımamız hayatî önem taşımaktadır. Sağlığı koruma ve güçlendirme alanında, yüzyılların deneyimlerinden beslenen bu eserlerin, günümüzün zor durumdaki insanlarına da, bilgi desteği sağlayabilecekleri göz ardı edilmemelidir.

Gıda ve beslenme problemleri, zamanımızda stratejik önemi olan güçlü ve etkili bir silah haline getirilerek, karmaşık teknolojik ürünler halinde tüketime sunulmasından kaynaklanmaktadır. İnsan sağlığını tahrip eden, genetiği değiştirilmiş, kimyasal emülgatörlerle yüklü, besin özelliğini yitirmiş, organizmayı beslemediği gibi, hastalıklara zemin hazırlayan ultra-işlenmiş bu maddelerden korunabilme çabalarının güçlendirilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bunu başarabilmenin bir yolu da, bu yıkıcı kimyasalların organizmada meydana getirebileceği zararlı atık maddelerinin bir kısmını dahi olsa, önleyebilme bilgi ve becerisinin hayatımıza uygulanabilmesiyle başarılabilecektir. Zira gıdaların yapısını değiştiren güçlerin en fazla korktukları, beslenmede insanların bilinçlenmesi ve uyanmalarıdır.

Birçok alanda helâket ve felâketlerin yaşandığı asrımızın, insanlığa vurduğu en yıkıcı darbe, gıda ve beslenme yoluyla sağlığın ve hayatın bozguna uğratılmasıdır. Rahatlıkla kontrol dışına kayabilen gıda üretim sektörü ve teknolojileri, maalesef insanlığa sağlıklı bir lokma sunma gayreti olmadığı gibi, besin değeri bulunmayan, kimyasal katkı maddeleriyle komple donatılmış ve beslenme süreci içerisinde sayısız kronik hastalığa kaynak olduğu da bilinen bir gerçektir. Zira bu yıkım projelerini hazırlayanların hareket noktası: Henry Kissinger'in gıdayı en etkili silah olarak gören"Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin." dedikleri, insanlık dışı fikirleriydi. Mutfakların kanser, diyabet, obezite gibi hastalıkların tetiklenerek, artan oranlarda çoğaldığı, yayılma noktaları olduğunu bilmeyen kalmamıştır.