1) Başlangıçlar
Her şey bir şeydir, belki de!
Yüzümü Aristoteles'e dönünce bunu daha iyi görüyorum.
Ondaki bilinç, bakış sarsalıyor beni. İlgi ve yönelimleri, öğretisinin zenginliği, kendisinin nasıl da meraklı biri olduğunu anlatıyor bana. Platon'dan çok, kendimi ona daha yakın hissediyorum. Hegel yerine Kant'ı tercih etmem gibi.
Bilinen bölünen benliğimiz iyi nefes aldıkça, bütün bunlara açık olabiliyor. Ve her birinden haz alıyor, zenginleşiyor.
Ondan bir kavram alıyorum şimdi: "belirli benzerlik"
Bağ ve bağlantı kurabilmeye bizi götüren yoldur bu. Kendimize bir doğru yaratmak için kaçınılmaz olandır da bu. İster istemez yaşadıkça deneyim kazanmanın yolunu seçeriz. Ne olursa olsun, yaşamak, deneyimlemek gerek.
Aristoteles'in şu düşüncesinde duralıyorum:
"Gerçek vargı belirli büyük önermelerden oluşur ve onlardan bir parça farklı şeyleri, ama onların yardımıyla zorunlulukla birlikte ifade eder ve gerçek çürütme, çıkarılan bir vargının karşıtını yaratan bir vargıdır." (*)
Sonra, sınırları aşan bir bakış nereye kadar
İstemeyi eyleme geçirebilmek tutku ve arzuya bağlı. Yoksa kütleşip kalakalırsınız.
Evet, "bir" bazen her şeydir; bizi ve başkalarını da tanımlar.
Şimdi, YAZI'yı EDEBİYAT'ın önüne almam da bundan, YAZI'da her şey var, onunla her bir şeye ulaşabilirsiniz. Ve her şey YAZI'nızın konusu olur. Anlam arayışına yönelmemiz de asıl buradan başlar; yani sözcüklerle kurulan bir dünyanın gezgini olmakla. İşte orada öğrenmek vardır, merak ve tutku.
2) Görünenin Ötesi
Duygu ve düşüncelerini temellendirebileceğin bir yolculuktasın öteden beri. Kendi başlangıçların vardı. Başlayan ve süren yolculuklarında. Şimdi bir yerdesin işte; hazzın duraklarından geçtin. Orada ölümcül olanı da yaşadın, serimlenip taşanı da.
Zaman zaman "ötesizleşmek" dediğin bir bakışa dönersin yüzünü. Orada seni çekenin seyrine dalarsın.
Gene anlamak ve anlaşılabilmektir çaban. Akılda olandan değil, yaşanandan yola çıkarsın. Bir tür "sınama" yolculuğudur bu.
"Bana göster, bana fısılda, bana öğret, beni eğit" diyen bir bakış da yoldaşındır artık.
Karşı olarak sevilmez, sevilerek karşı olunur. Unutma!
3) İnanmak Bağlanmaktır
Yazmak başka, edebiyat başkadır.
Edebiyat sizi yazmaya yöneltebilir, ama yazmak edebiyatın daha da ötesinde bir olgudur. Herkes her konuda yazabilir. O nedenle her yazan edebiyatçı değildir. Yazmak eylemini bir edebiyat uğraşı olarak değil; yazınsal/düşünsel uğraş olarak ele almalı.
O nedenle okuma uğraşı yazan için de edebiyat uğraşını seçen için de kaçınılmaz olandır.
Avukat iseniz yazmak eylemi size gereklidir. İşinizi yazarak, düşünerek yaparsınız. Önünüzdeki alanı açmak, zenginleşmek, öğrenmek/anlatmak için yazmak bir yoldur... Bu yazdıklarınız sizi edebiyatçı kılmaz.
Eğer yazınsal kaygı güderek edebi türlerde (roman, öykü, şiir vb.) yazarsanız o zaman edebi olan bir yolu seçersiniz. Orada da işte size gerekli olan edebiyatın ne olduğunu bilmek, ona göre kendinizi donatmaktır.
Edebiyat inanmayı, bağlanmayı, hatta adanmayı gerektirir. Yazan insanın öylesi bir derdi, kaygısı yoktur.
Yeryüzünde her bireyi edebiyatçı ya da yazan olan bir toplum var mı Sanırım, hayır! Okuryazar oranı yüksek toplumlar var diyebiliriz ancak!
Edebiyat uygarlık ölçüsü olabilir, ama gelişmenin ölçüsü değildir. Az gelişmiş nice toplumların iyi edebiyatçıları vardır.
Ama gelin görün ki, yazmak bir gelişmişlik/çağdaşlık ölçüsüdür. O nedenle yazan bireylerinin olduğu toplumlar çağdaşlığı da yakalamış toplumlardır.
Evet, inanarak bağlanarak yazmak gerekir.
4) Yazarak Gitmek
Yazan insan önünü de açan, gören insandır.
Yazı sizi dönüştürür. Hayatınızda yazıya yer açtığınızda; soran/sorgulayan, gören olursunuz.
Kendini dönüştüren yolcu, diyorum öylesine.
Özcesi, yazının ışığıyla hayata bakmak insana iyi gelir. Öyle olduğu için de yazıyoruz, yazmalıyız da.