Yıllardır "sorun" olarak, temcit pilavı gibi ısıtılıp duran Kürt realitesi palyatif öneriler, siyasi manevralarla bugüne kadar taşındı. Ama hiç kimse Kürt nüfus oranının yoğun olduğu bölgelerde "reform" yapalım önerisinde bulunmadı nedense! Örneğin; toprak reformu, bölgesel eğitim, ekonomik yatırımlar vb.
Üniter yapıyı bozma tehdidinde bulunan "örgüt" sonuçta birtakım dayatmalarla devleti masaya çekti. Ortadoğu'nun şu anki gerçeği de buna zemin hazırladı.
Bir bakıma "örgüt" fırsatçılık yaparak, o "uygun zaman"da bir "İmralı süreci" dayatmasında bulunarak "pay almak" gibi bir gündemle mevcut siyasi otoriteyi dize getirmek derdinde.
Hatırlayalım, 1878 Berlin Antlaşması'ndaki Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Ermeni toplumu için yazılan maddeleri.
Bu kongreye katılan delege başkanı, II. Abdülhamit'e, dayatılan maddelerin vahametinden söz ederken padişahın yanıtı şudur:
"Siz imzalayın, nasılsa hiçbirini yapmayacağız!"
1878-1923 dönemine baktığımızda o istenen reformlar yapılmadığı için ardı ardına ayaklanmalar gelir. 1909 Adana katliamı ise bunun trajik örneğidir. Bunların ardı arkası kesilmez.
1915-1918 katliamları sorunu bir başka boyuta taşır elbette.
Yıkımı istenen imparatorluk, İttihat ve Terakki yöneticilerinin elinde "Yeni Türkiye"yi kurma hayaline "kurban" edilir. Bunu, yani "ulus-devlet"i kurmayı beceremeyen İttihatçılar; Almanların desteği ve Dünya Siyonist Örgütü'nün "diplomatik" katılımıyla "tehcir"i uygulamaya koyar.*
İttihatçıların politikaları bu konuda çok açıktır: Osmanlı'nın çöküşünün önüne geçebilmek için "en uygun yolun" "ulusçuluk", yani bir bakıma İslamcılığın, Osmanlıcılığın ve Batıcılığın kurtarıcı olamayacağı düşünülerek Türkçülüğe yönelirler.
1913 sonrası, İttihat ve Terakki iktidarını da buna göre düzenleme çabaları, özellikle ideologları Ziya Gökalp'ın teorileri de bir kurtuluş getiremediği gibi, yıkımı hızlandırır.
Ermeni reformlarının yapılamaması kargaşanın önünü açtığı gibi bu da ulus-devletin inşasında en büyük engel görülen Ermeni nüfusun çoğunluğunu gözden çıkarmaya yöneltir İttihatçıları. Her ne nedenle olursa olsun onların kalkışması bir "tehlike" olarak görülür.
Ötede ise "sadık millet" görülen Kürtlerin varlığı, "ulusal uyanış"a hazır olmadıkları için, Müslüman kimliklerinin içinde uyuşmayı/paylaşmayı/ kabullenmeyi öngörür. Kurulan Hamidiye Alayları (1891), Aşiret Mektebi (Mekteb-i Aşiret-i Hümayun, 1892) bir gösterge.
Osmanlı'da birçok Kürt isyanı olsa da İttihatçılar dönemindeki isyanlara baktığımızda, özellikle Rusya destekli Bitlis ayaklanması (1914) kanlı bir biçimde bastırılır. Ama bunu izleyen isyanlarda giderek Kürt milliyetçiliği ön plana çıktığı için, çıkarılan "Takrir-i Sükun Kanunu" (1925) ile cezalandırma yöntemi kullanılır. Ermenilere uygulanan "sevk ve iskân" yerine yurtiçinde "sürgün ve göç" reva görülür Kürtlere.

3