Bak şu dünyanın işine çeşmesi var tası yok...

Hayatımıza giren kelimelerin gönül kapımızdan, zihin kapımızdan geçtiği o anı, o olayı, o duyguyu hatırlıyor olsaydık nasıl olurdu...

Bireysel olarak her kelimenin zihin dünyama düştüğü anın aksini muhafaza edebilsem diye düşündüğüm gibi toplumsal olarak da bazı kelimelerin nasıl dilimize düştüğünü merak ediyorum.

Toplumsal anlamda daha şanslıyız. Kelimelerin, kavramların tarihî olarak izini sürmek nispeten mümkün. Mesela deyimler sözlüğünde genellikle o deyimin nasıl dile düştüğünü anlatan hikayeler vardır. İskender Pala'nın İki Dirhem Bir Çekirdek adlı kitabı bu anlamda çarpıcı bir kitaptır.

Bir de her aileye ait deyimler vardır. Gizli bir kod gibi. Duyguları muhafaza eden gizli bir kod.

Bendeniz aile içi, köy içi deyimleri çocukluğumda sadece bize ait zannederdim. Hikâyenindavranış kodunun toplumsal hafızaya bir cümle ile kaydedilişi olduğunun, çok sonraları, sosyoloji eğitimimin sayesinde farkına vardım. Nazife Şişman ile her köyün, her ailenin kendine mahsus deyimleri ve ata sözleri olduğunu karşılıklı tahkik ettiğimizde bunların kaydını tutmaya niyet ettik.

Evimizde yazılı kültür babam, sözlü kültür annem üzerinden devam ettiği için büyük ihtimal, aile içi deyim inşa etmekte annem benim için her zaman seçkin bir yer tuttu. Annem dinlediği radyo tiyatrosundan kulağına ulaşan bir cümleyi ertesi gün çoktan deyim haline getirmiş olurdu. Mesela Yine bir radyo tiyatrosu akşamındayız. Annem iki sandalyeyi yere ters çevirmiş, Gürün Han'dan alınmış oldukça dolaşık çileleri yumak yapmaya çalışıyor. Soba ile ısınmış evin tek sıcak odasında herkes kendi halinde.

Radyodan yayılan hikâye bir şekilde herkesin kulağına ulaşıyor. Ama o odada bulunanların hiçbirisi radyo tiyatrosunda sık tekrarlanan o cümleyi deyim haline getirmiyor. Oyun şöyle. Kadın "Anlatsana Rıfkı (belki ismi Rıfkı değildi), sen daha iyi anlatırsın" diye eşine sözü bırakır gibi yapıyor, adam tam anlatmaya başlayınca lafı onun ağzından alıyor. Annem bu "Anlatsana Rıfkı sen daha iyi anlatırsın." cümlesini aile içi deyim haline getirdi ve o cümle yıllarca hislere tercüman olarak aramızda döndü durdu. Annem o anı muhafaza altına almış olduğunu bilmiyordu muhakkak, ama yaptığı tam da buydu.

"Anlatsana Rıfkı sen daha iyi anlatırsın" başkalarını sadece dinleyen, uzun uzun susan, konuşmak için kendisine verilen fırsatı asla değerlendiremeyen adamın hikâyesi idi.

Toplumsal hafızada duyguların kodu olan kelimeler nasıl deyimleşmiştir bunun izini sürmek belki daha kolay. Ama bireysel olarak hangi kelime ne zaman ne vesile ile dilimize düşmüştür, bunu tespit edebilmek için çok özel bir idrak gerekiyor.

Mart 2020 itibariyle dilime düşen kelimelere dikkat kesildim. İlk ve en önemli kelime "mühlet" idi.

Hayatımda ilk defa mühlet kelimesinin manasını bu kadar derinden hissetmiştim. Hayatımın bundan sonrası bana verilmiş mühlet idi. Esasında doğumumuzla başlayan bir mühlet. Ama bunu her zaman idrak etmemiz mümkün olmuyordu. Pandemi bize bu imkânı bahşetti.


WhatsApp mesajı üzerinden gelen mühlet

Uzun yol arkadaşlıklarında kırgınlıklar, dargınlıklar olur. Yol yola benzemez olduğunda... Gönül gönüle dönmez olduğunda

2020 itibariyle hiç kimseyi kırmayacak ve hiç kimseye kırılmayacaktım. İncinmeyecek ve incitmeyecektim. Bu sözü kendime şiar edindiğimde incinmemek kısmının bu kadar zor olacağını tahmin edemezdim.

İncindiğim her olay için günlerce kendimle hesaplaştım. Hani incinmeyecektin! Hani incinmeyecektin!

İncinmemek için incitenle bağları en aza indirmek şart. En sonunda bu karara vardım: İncindiğini söylemeyeceksin. İncindiğini kendine bile söylemeyeceksin.

Bir arkadaşımı aradım. Aradığımda müsait olmadığını beyan eder çoğunlukla. Bazen açar telefonu, "Ben seni yarın arayacağım" der. Yarın arar. Ben ona asla bu şekilde karşılık veremem. Bir defasında taziye evinde aradı. Açtım, "Taziye evindeyim" dedim. "Başın sağ olsun" deyip yine de anlatacağını anlattı. O zamanlar henüz incinmeme yemini etmemiştim.

Kendi kendime incinmeme sözü verdiğim sıralarda, zamanı kendisi için titizlikle idare eden o arkadaşımı aradım. Açmadı. Pandemi ile birlikte açılmayan telefonlar, dönülmeyen telefonlar gündemimden çıkmıştı. Çünkü insanlar başka türlü bir sisin içine girmişti. Ne gönül koyulurdu ne gönle kıyılırdı.