Herkesleşmek!

Günümüz dünyasında, "herkesleşmek" neredeyse bir toplumsal mecburiyet, bir alışkanlık haline gelmiş durumda. Aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde yaşamak, aynı şeyleri sevmek ve benzer hedeflerin peşine düşmek, adeta beklenen normlara dönüşmüş. Kendi sesini duyurmak, kendi renklerinle var olmak ise fazlalık gibi görülüyor artık. "Herkes" olmak, çoğu zaman en kolay yol gibi sunuluyor; çünkü bu, bireyselliğinden vazgeçip kalabalığa karışmak, akıntıya direnmeden sürüklenmektir. Peki, bu gerçekten doğamızın bir yansıması mı, yoksa kimliğimizin sessizce çürüdüğü bir teslimiyet süreci mi

Kendilik, insanın varoluşundaki en özgün cevherdir. Her birimiz, farklı düşlerin, acıların ve umutların taşıyıcısıyız. Ancak "herkesleşmek", tam da bu özgünlüklerden vazgeçmek değil midir Bir zamanlar insan, özgürlüğünü kazanmak adına toplumun dayattığı kalıpları kırmaya çalışırken; bugün o özgürlük, başkalarının çizdiği sınırlara sığdırılmaya çalışılıyor. Artık "kendi yolunu çizmek", başkalarının çizdiği yolların dışında yürümeye cesaret etmek değil; o yollarda sessizce adımlamak anlamına geliyor.

"Herkesleşmek", bir tür maskeyle yaşamaktır. İçinde kaybolunan bu kimlik, bağımsız düşünceden, samimi duygulardan ve kişisel izlerden arındırılmıştır. Eskiden kendini tanımak, insanın en değerli yolculuğuyken; şimdi akışa kapılmak, en konforlu tercihtir. Kalabalıkta görünmez olmanın, benzerlik içinde kaybolmanın neden olduğu sahte huzur, insanın içsel yolculuğunu unutturur.

Kendine ait renkleri solmadan var olabilmek, cesaret ve direnç ister. Ne yazık ki, birbirinin kopyası haline gelmiş toplum bazen bu farklılıkları bir "tehdit" olarak görür. Herkesin aynı kıyafetleri giydiği, aynı sözleri söylediği, aynı eğlencelere sığındığı bir dünyada "farklı" olmak, çoğu zaman bir aykırılık ve yabancılıktır. Anlık bir dikkat, anlık bir ayrıksılık bile kişiyi dışlamaya yeter. "Sen farklısın" denildiğinde, insan içgüdüsel olarak "normalleşmek" ister. İşte o anda herkesleşmek, bir tür içsel boyun eğişe, görünmeyen bir teslimiyete dönüşür. Ve bu teslimiyetin ardında, derin bir yalnızlık saklıdır. Çünkü herkesleşmek, özünde bir kimsesizleşmedir.

Elbette bu durumun içinde bir uyum barınır; fakat bu uyum çoğunlukla bir yok oluşu da beraberinde getirir. Toplumun beklentileriyle şekillenen birey, zamanla kendi kimliğini, hayallerini, karakterini yitirir. Herkesle aynı olmak, aynı fikirleri paylaşmak bir rahatlık hissi verse de, bu rahatlık, insanı edilgenliğe ve anlamsızlığa sürükler. Bireysellikten arındırılmış bir yaşam, aslında "var olmamanın" başka bir biçimidir.